Endüstri İlişkileri

Endüstri ilişkileri; sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan, çalışma hayatının üç temel aktörü olan çalışanlar, işverenler ve devlet arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalıdır.

Ekonomik, sosyal ve siyasal sistemler endüstri ilişkileri sisteminin oluşmasında etkili olduğu gibi, endüstri ilişkileri de siyasi, ekonomik ve kültürel sistemleri etkilemektedir. Çalışma ilişkilerine dair tüm kuralların oluşturulması ve uygulanması endüstri ilişkilerinin konusudur.

Endüstri ilişkileri öncelikle çalışma hayatında uzlaşma ve huzuru sağlamayı hedefler. Başka bir ifadeyle aktörler arasındaki ilişkileri incelemek ve ortaya çıkan anlaşmazlıkları çeşitli düzenlemeler ve uygulamalar yoluyla çözmek endüstri ilişkilerinin hedefidir. Bireysel ilişkiler, işçi ve işveren arasında oluşturulan bir hizmet sözleşmesine dayanır. Toplu ilişkiler ise toplu olarak, sendikalar aracılığıyla işçiler adına işverenle yapılan hizmet sözleşmesine dayanır.

Bir endüstri ilişkileri sistemi, çalışanlar ile iş verenler arasındaki tüm ilişkilerden oluşur. Endüstri ilişkileri sistemi, iş verenler, çalışanlar ve devlet arasındaki ilişkilerin uyumluluk ve iş birliği içinde olduğu, verimlilik sağlayan bir ortamın yaratılması durumunda başarılı olarak nitelendirilir.

Endüstri ilişkileri, üretimde sürekliliği sağlar, çalışma hayatındaki uyuşmazlıkları azaltır, yüksek moral ve iş barışını sağladığı için çalışma hayatında oldukça önemlidir.

Endüstri ilişkileri sistemini, yapısını ve işleyişini etkileyen çok sayıda teori vardır. Bu teoriler; sistem teorisi, klasik teori, marksist teori, çoğulcu teori, sosyolojik teori ve neokorporatist teoridir.

Her ülkelerdeki endüstri ilişkileri sistemleri mevcut siyasal ideolojiler, siyasi güç ve yapının izlerini taşımaktadır. Sosyalist düşünce, insanlığın yarattığı faydaların (zenginliğin), bu faydaları toplum yararına değil kendi çıkarları için kullanan bir grup insanın kontrolünde olduğu düşüncesine dayanır. Kapitalistler, zenginliğin ve özel mülkiyetin her birey için bir hak olduğunu savunur. Kapitalizm, devletin piyasalara müdahale ederek bireylerin bu hakları üzerinde kısıtlamalar yaratmasına olumlu bakmaz. Komünizmin temel amacı ise, toplumsal sınıfların ortadan kaldırılması yani eşitsizliğin olmadığı, herkesin eşit şartlara sahip olduğu bir toplum yaratmaktır. Toplumda daha fazla güce ve yetkiye sahip, insanları yönlendiren ve üzerlerinde baskı kuran bir sınıf olmamalıdır.

Toplu pazarlık, işçi ve işverenler arasında sözleşme veya toplu pazarlık anlaşması yoluyla anlaşma sağlamak üzere gerçekleştirilen müzakere sürecidir. Toplu pazarlığın türü işletmelerdeki endüstri ilişkileri yapısını belirlemesi yönüyle oldukça önemlidir. Bu türlerin benimsenmesinde ülkelerin sosyoekonomik yapıları, mevcut endüstri ilişkileri sistemi, işyerlerinin yapısı ve özellikleri, sendikal yaklaşımlar, izlenen sosyal politikalar vb. çok sayıda etmen etkili olmaktadır.

Grev ise toplu pazarlık sürecinin olumsuz sonuçlanması durumunda sendikanın başvurduğu bir yöntemdir. Paris'te eskiden işsizlerin toplandığı Place de la Grève adından gelmektedir. İşçilerin, işverene isteklerini kabul ettirebilmek için topluca iş bırakmalarına, 1800’ lü yılların sonunda Fransa’ da iş arayan işçilerin “Greve” meydanında toplanmalarından esinlenilerek “grev” adı verilmiştir.

Grevler genellikle “işçilerin maddi ve manevi menfaatler sağlamak amacıyla toplu ve iradi olarak işe ara vermeleri” anlamına gelmektedir.

Lokavt (lock–out ), İngiliz dilinde “kapı dışarı etmek” anlamına gelmekle birlikte, iş Hukuku bakımından anlamı, işverenin, işçileri geçici bir süre topluca çalıştırmamak suretiyle işçiler ve işçi sendikası üzerinde ekonomik baskı kurmasıdır.