Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat

Yeryüzünde insanlık tarihinin başlangıcından itibaren düşünen sosyal bir varlık olma özelliğine sahip insanoğlu, güvenlik barınma ve iaşe temini için en müsait ortamlarda varlığını sürdürmeyi tercih etmiş ve türdeşleri ile acımasız mücadelelere girişmiştir. Devletlerin siyasi ve kültürel anlamda kalkınmışlığı ile ekonomik gelişmişliklerinin paralellik arz ettiği bilinmektedir. Daha ziyade tarıma ve hayvancılığa dayalı medeniyetlerde vazgeçilmez olan verimli ve sulak arazilerdir. Elde edilen üründeki artış sanayinin oluşmasına ve ihracatın gelişmesine yol açmıştır. Buradan yola çıktığımızda eski çağlarda Mezopotamya ve Mısır’da nehirlerin taşması sonucu oluşan deltalar güçlü medeniyetlerin oluşumuna zemin hazırlamıştır.

Mezopotamya’da kurulmuş en eski medeniyetlerden ilki MÖ 4000’li yıllara dayanan Sümerlerdir. Tekerleğin ve yazının mucidi olmakla ünlenen bu uygarlık, madenleri eriterek insanların hizmetinde kullanmaya başlamış ve bölgede önemli şehir merkezleri inşa etmişlerdir. Şehir devletlerine ayrılan ve zayıflayan Sümerleri yıkan Akadlar, bölgede 200 yıl iktidarlarını devam ettirmişler ve büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. Dünyanın yedi harikasından biri olan asma bahçeleri ile ünlü Babil şehri sakinleri, en önemli kralları Hammurabi zamanında oluşturdukları kanunlarla ulaştıkları medeniyet seviyesini ortaya koymuşlardır. Ninova merkezli kurulan ve Suriye, Filistin, Mısır’ı ele geçiren Asurlular, göçebe çöl Arapları üzerine birçok sefer düzenlemiş, sanatta büyük gelişmeler sağlamıştır.

Sami ırka mensup İsrailoğulları, yakın tarihlerindeki görünümlerinden farksız olarak hep çatışmanın merkezinde yer almış, defalarca yurtlarından sürülmüş, her şeye rağmen varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir.

Arapların İslam öncesi ve sonrasında en fazla irtibat içersinde oldukları ve etkilendikleri kadim medeniyet Sasânilerdir. En önemli rakipleri olan Bizans’la mücadelelerinde taraftarı olan Kuzey Arapları’nı hedeflerini gerçekleştirmek için kullanmaktan geri durmamıştır.

Kast sistemine bağlı farklı sınıfsal yapıların bulunduğu Hindistan - Yunan kültürü transferi ile karma bir medeniyetin oluşumunda önemli rol oynamıştır.

Tanrı ve Altay Dağları arasında at sırtında hayatını sürdüren savaşçı Türkler, Hun imparatorluğu ile ulaştıkları siyasi gücü kavimler göçü sonrası Avrupa’dan Anadolu’ya birçok coğrafyaya taşımışlar ve tarihe adını yazdıran imparatorluklar kurmuşlardır.

İsmini İtalya’nın başkenti Roma’dan alan büyük Roma İmparatorluğu, batıdaki tesirinden çok doğunun önemli merkezlerindeki baskın konumları ile tanınmıştır. Doğu ve batı olarak ikiye ayrıldıktan ve Hristiyanlığı resmi din olarak tanıdıktan sonra Arap sınırlarında baskın bir güç olmuş, yarımadanın bazı bölgelerinin Hristiyanlaşmasına katkı sağlamıştır. İmparatorluğun İslam’ın yayılma sürecindeki siyasi buhranı, müttefiki olan Kuzey Arapları’na desteğini asgari düzeye indirmiş ve bölge kolay bir şekilde İslamlaşmıştır.

Büyük kısmı çöllerle ve verimsiz arazilerle kaplı Arap Yarımadası, coğrafi koşulların aksine mümbit bir manevi iklime sahiptir. Arap Yarımadası dendiğinde her ne kadar akla ilk gelen Orta Arabistan, yani Hicaz bölgesi ise de yarımadanın kuzey ve güney kısımlarının önemli bir yere sahip olduğunu unutmamak gerekir. Kuzey bölgesi Arapları, güneydeki olağanüstü gerçekleşen doğa olayları sonrasında zorunlu olarak bölgeye göçen Araplardan oluşmaktadır. Güney ise sahil şeridi verimli arazilerle kaplı dört ayrı bölgeye ayrılan Sebe ve Himyer devletlerine ev sahipliği yapmış Arap yurdudur. Önemli limanları ile dünya ticaretinde söz sahibi olmuş bölge, aynı zamanda ziraat alanındaki reformları ile ekonomik olarak şaşırtıcı boyutlara ulaşmıştır. Bu zirve dönemi ticaret yollarındaki değişim, barajların bakımsızlık sonucu yıkılması ile yerini kıtlık ve zorunlu göçe bırakmıştır. Orta ve Kuzey Arabistan’a göçen Arap kabileleri yeni bölgelerine komşu olan gelişmiş devletlerin siyasi ve kültürel etkileri altına girmişlerdir. Buna rağmen onları bir arada tutan Arap asabiyeti asimile olmalarına mani olmuştur. Kurdukları Petra ve Tedmür gibi hâlâ insanı şaşırtacak bir ihtişama sahip başkentler, kuzeydeki Arap devletlerinin gücünü tescil etmektedir. Bizans ve Sâsânî uydusu durumunda olan Gassani ve Hire devletleri, rollerini iyi oynamışlar ve bölgenin İslamlaşma sürecine kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir.

Dünyanın mensubiyet itibarı ile en büyük dinlerinden biri olan İslam’ın ortaya çıktığı, medeniyet düzeyi düşük Hicaz bölgesinin tarihi hakkında çok az bilgi olsa da üzerinde en çok konuşulan ve tanınmaya çalışılan bölge olmuştur. Hiçbir ziraatın yapılmadığı bu bölgeyi ilk hareketlendiren olay, yine buraya gelen ve kutsal Kâbe’yi inşa eden Peygamberler olmuştur. GüneyKuzey ticaret hattının konaklama yeri olması da eklendiğinde, Mekke ve Medine tanınan bir mahal olmuş; fakat hiçbir dış gücün istilasına değer dahi bulunmamıştır. Putperestliği ile ünlü Arap toplumu tek bir dine mensup olamayıp diğer semavi dinlere de kapısını açmıştır.