Yargı Kararlarında Kitle İletişim Özgürlüğü - II

AİHS’ni imzalaması ve AİHM’nin yargı yetkisini kabul etmesi sebebiyle Türkiye’nin de belirli kriterlere göre hareket etmesi zorunluluğu söz konusudur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) çerçevesinde kitle iletişim özgürlüğü, tüm kitle iletişim araçlarını kapsayacak genişlikte bilgi alma ve verme hürriyetinin bir parçası olarak ele alınmakta ve bu alandaki koruma, ifade hürriyetinin düzenlendiği 10. madde ile sağlanmaktadır. Bu düzenlemenin ilk fıkrasında, ifade özgürlüğü konusunda ana prensip ortaya konulmakta ve bu özgürlük güvence altına alınmaktadır. İkinci fıkrada ise ifade özgürlüğüne karşı izin verilebilir müdahalelerin neler olduğu belirtilmektedir.

Sözleşme metninin satır aralarında ve buna dayalı olarak AİHM içtihatlarında, ifade özgürlüğünün demokratik toplumun zorunlu temellerinden birini oluşturduğu vurgulanmakta ve toplumun ilerlemesi ve bireylerin kendilerine güvenleri için gerekli temel insan haklarından biri olduğu hatırlatılarak akit devletlerin bu özgürlüğü koruyacak tüm tedbirleri alması gerektiği ancak ifade özgürlüğünün sınırsız olmadığı, sözleşmeyle sağlanan hakkın bazı durumlarda sınırlandırılabileceği açıkça belirtilmektedir.

AİHM, 10. maddede ele alınan özgürlüklerin kullanılması bakımından basına özel statü tanıyan bir dizi ilke ve kuralı ortaya çıkaran kapsamlı bir içtihat hukuku geliştirmiştir. AİHM’nin çeşitli kararlarında şu değerlendirmede bulunulmuştur: "İfade özgürlüğünü düzenleyen madde 10, sadece, ifade edilen düşüncelerin ve bilginin esasını değil, ama aynı zamanda bunların iletilmiş olduğu biçimleri de kapsar." Mahkeme'ye göre, bilginin yayılma yollarına/araçlarına getirilen bir kayıtlama, kaçınılmaz olarak bilgiyi alma ve ifade etme hakkına da bir müdahale teşkil eder.

AİHM’nin muhtelif kararlarına göre basının görevi kamu yararını ilgilendiren başka alanlarda olduğu gibi, siyasi konularda da bilgi ve fikirleri açıklamaktır. Sadece basının bu tür bilgi ve fikirleri açıklama görevi yoktur; halkın da bunlara ulaşma hakkı vardır. Bilgi ve fikirleri açıklama özgürlüğü, bilgi ve fikirlere ulaşma özgürlüğü ile birbirini bütünler. Bu, basılı medyanın yanı sıra radyo -televizyon türü medya için de geçerlidir.

Mahkeme'ye göre basın, siyasi hayatta vazgeçilmez bir “bekçi köpeği” (watchdog) rolü oynamakta ve kamuoyunun politika arenasında tartışılan konular ile kamu yararına olan diğer konularla ilgili haber almasını sağlamaktadır. Lingens/Avusturya davasında, gazeteci olan başvurucunun mahkûmiyetinin gerekçeleri açısından, daha önce de ortaya konulan (ifade özgürlüğünün demokratik toplumun kurucu unsuru olduğu, sadece lehteki düşüncelerin değil, sarsıcı ve şoke edici fikirler için de bu özgürlüğün geçerli olduğu, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin bunu gerektirdiği vb.) ilkeleri hatırlattıktan sonra AİHM, basın söz konusu olduğunda bu ilkelerin özel bir önem taşıdığını vurgulamıştır.

Gazetecilerin kaynakları da 10’uncu madde çerçevesinde korunmaktadır. 1996 tarihli Goodwin/Birleşik Krallık davasında, haber kaynağını açıklamayı emreden tedbir kararına uymayan, bu nedenle mahkemeye saygısızlıktan mahkûm edilen gazetecinin ifade özgürlüğünün ihlâl edildiğine karar verilmiştir.

Mahkeme'nin 10’uncu madde çerçevesinde incelediği şikâyetlerden bazıları, radyo ve televizyon yayınlarına ilişkindir. Sözleşmenin 10/1’inci maddesinin son cümlesi üye devletlere radyo -TV ve sinema işletmelerini izin rejimine tabi tutma olanağı tanımıştır. Bu hükmün sebebi, söz konusu kitle iletişim araçlarının yazılı basından daha fazla teknik imkânlar gerektirmesi ve yarattığı etkinin farklı ve önemli olmasıdır.

Komisyon ve Mahkeme ilk olarak radyo -televizyon yayınlarında devletin tekel hakkı olup olmadığını, daha sonra da yapılan yayınlara müdahalenin 10’uncu madde çerçevesinde haklı sayılıp sayılmadığını incelemiştir.

AİHM, radyo yayıncılığı üzerinde devlet tekeli bulunmasının, çoğulculuk ve fikirlerin serbestçe yayılması konusunda çok büyük bir olumsuz etki yarattığını belirterek bu davalarda Avusturya Devleti’nin Sözleşme'nin 10'uncu maddesini ihlâl ettiği sonucuna varmıştır.

Jersild/Danimarka davasına konu edilen olayda, bir televizyon program yapımcısı, 3 ırkçı gençle Danimarka'daki göçmen ve etnik gruplar hakkında bir görüşme yapmıştır. AİHM’e göre, röportaja dayalı haberler, yönlendirilsin ya da yönlendirilmesin, basının bekçi köpeği görevini gereği gibi yapabilmesi için en önemli bir araçtır. Bir gazetecinin başkalarıyla yaptığı söyleşi sırasında kullandığı ifadeleri yaymaya yardım ettiği için cezalandırılması, kamuoyunun ilgisini çeken konuların tartışılması önünde ciddi bir engel oluşturacağından, çok önemli ve geçerli nedenler olmadıkça bu yola başvurulmamalıdır.

Konusunu Türkiye’den yapılan bir başvurunun oluşturduğu bir AİHM kararında, Özgür Radyo’nun yayınlarının durdurulmasına neden olan programların yolsuzluk, silahlı kuvvetlerin terörle mücadelesi ve devlet - mafya ilişkileri üzerine olduğu ve bu konuların toplumsal düzeyde geniş biçimde tartışıldığı not edilerek basın -yayın organlarının bu tartışmanın dışında kalmasının ‘normal olmayacağı’ vurgulanmıştır.

AİHM, internetin hem kolay erişilebilme hem de büyük miktarda veriyi saklama ve yayma kabiliyeti bakımından kamunun haber ve bilgiye ulaşabilmesinde büyük rahatlık ve imkân sağladığına dikkat çekmiştir. Mahkeme'ye göre ifade özgürlüğünün bir parçası olarak internette arşiv oluşturulması, Sözleşme'nin 10. maddesi kapsamında değerlendirilmelidir.

AİHM’nin internet özgürlüğü konusunda verdiği kararlardan iki tanesi Türkiye’ye karşı yapılmış başvurular sonucunda çıkmıştır. 5651 sayılı Kanun'a göre bir Mahkeme, içeriğinde bir suç işlendiğine dair yeterli şüphe bulunması hâlinde, internette yayınlanan bir içeriğe erişimin engellenmesine karar verebilmektedir. Gerek Ahmet Yıldırım Google Sites’a gerekse Cengiz ve diğerleri kararında Youtube’a erişimi toptan engellemeyi mümkün kılan bir hükmün iç hukukta bulunmadığını tespit eden AİHM, Yasa'nın hukuken öngörülebilir olma şartını (5651 sayılı Kanun'un ilgili hükmünün kanunilik kriterini) karşılamadığından 10. maddenin ihlal edildiğine hükmetmiştir.

Delfi/Estonya kararı ise internette okur yorumları sebebiyle yayıncı şirketin sorumluluğuna ilişkindir.