Sessiz Sinema Dönemi
İnsanlık tarihindeki icatların içinde en önemlilerinden biri olan ve yedinci sanat olarak adlandırılan sinema, işlevleri açısından bakıldığında bir eğlence, eğitim, propaganda ya da kitle iletişim aracıdır.
Filmlerin üretimiyle, seyirciye sunuluşu arasındaki bütün işlemler, süreç ve örgütlenmeler çıkış noktamız olduğunda ise sinema bir endüstridir.
Sinema, gözün görme sinirleriyle dolu ağtabakasında meydana gelen ‘Ağtabaka İzlenimi’ dolayısıyla ortaya çıkmıştır.
Sinemanın esasının gözün bir özelliğine, daha doğrusu bir kusuruna dayandığı: herhangi bir cismin gözümüze gelen görüntüsünün, bu cismin ortadan kalkmasıyla hemen kaybolmasının yarattığı olanağın değerlendirilmesiyle sinemanın oluştuğu bugün herkesçe kabul olunmaktadır.
Bu döneme esas olarak damgasını vuran isimlerin Lumiere ve Melies olarak genel kabul gördüğünü söylemek mümkündür.
Sinematograf gösterimiyle, sinemanın uzun ve zahmetli doğumu sona eriyor, sinemanın gerçek öyküsü başladı. Hareketli görüntülerin beyaz perdeye yansıtıldığı ilk yıllarda Melies da sinemada çeşitli yöntemler denemiştir.
Yönetmenin bize ne göstermek istediğini ancak ışık/aydınlatma aracılığıyla görebiliriz. Aydınlatmada ilk öne çıkan, ‘ışık’ ve ‘gölge’ kavramlarıdır. Bu dönemde kamera hareketi konusunda yönetmenlerin konuya bakışını, sinemada montajın egemen olduğu dönem, ve montaj egemenliğinin kısmen kırıldığı dönem olmak üzere iki ayrı dönemde incelemek mümkün.
Sinemada montajın egemen olduğu dönemde, yönetmenler alıcıyı devindirmekten kaçınır.
Montajdan yana olan yönetmenlere göre alıcı devinimi alıcının varlığını kanıtladığı için doğal anlatımı da bozuyordu.
Her ne kadar görüntü hakim olsa da, sessiz sinema döneminde bazen durumu anlatmak, bazen de geçişler yapmak için, ses yerine ara başlıklar kullanıldı.
Filmler sessiz çekiliyor olsa da, yapımcılar, yönetmenler ve sinema salonu sahipleri, hem salondaki aşırı sessizliği kırması ve öte yandan izleyicilerin filmden daha çok keyif almaları ve etkilenmeleri için canlı müziği düşündüler.
Anlam yaratmada görüntünün başat olması nedeniyle, sessiz filmin doğası, beden dili ve mimikler üzerine önemli ölçüde vurgu yapmayı gerektiriyordu. Bu durum, pek çok insana itici gelmişti. Ama bu durum, komedi filmlerinde hoş karşılanıyordu.
İlk filmler açık havada çekildi; ne senaryoları vardı ne de yöneticileri. Bunlar belgesel türde röportaj filmleriydi. Lumiere’ler, 1895 yılı boyunca Paris’te özel gösteriler düzenledikten sonra 28 Aralık günü, Capucines Bulvarı’ndaki Grand Cafe’nin egzotik dekorasyonlu Hint Salonu’nda bir Frank karşılığında ilk genel gösterilerini yaptılar.
Gösteri başlangıçta pek fazla ses getirmediyse de, birkaç hafta sonra büyük bir başarı kazanmıştı.
Kendi kurmacalarını hikaye etmek isteyen yönetmenlerin ilki George Melies’dir.
Griffith ise yaptığı filmlerle, pek çok yönetmene ve sinema düşünürüne, üzerinde tartışılıp irdelenecek bir çok teknik ve anlatımsal kalıp bıraktı.
Flaherty’nin yaptığı “Kuzeyli Nanook”, filmiyle bir anlamda hileler dönemi önemli ölçüde sona ermiş ve canlandırma sineması başlamıştır.
Sinemanın devam ettiği bu yolculuğunda, kurmacanın getirdiği yenilik ve heyecanın yanı sıra belgesel filmlerin de etkisi görülür.
Belgesel film yönetmenlerinin yaptıkları, sonraki yıllarda toplumsal değişim ve dönüşümlerde derin etkiler yaratacak bir kapıyı da aralıyordu. Nitekim başta Sovyetler Birliği ve Almanya gibi bazı ülkeler gerçekliğin bu gücünden yararlanmanın tüm imkanlarını kullandılar.
Vertov için öykülü olmayan film yapımcılığında on yıllık bir çalışmanın zirvesiydi. Vertov, “kinoks” adını verdiği eğitimli sinemacılardan oluşan bir grup kurmaya çalıştı.
Ayzenştayn ise, Vsevolod İllarionoviç Pudovkin Kuleşov'dan sonra, sinemaya önemli estetik katkılarda bulundu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra belgesel sinema Birleşik Devletler ve Avrupa’da devam etti. Birçok ülkede sendikalar ve solcu partiler, grevler, ve grevlerle bağlantılı faaliyetler üzerine kısa haber ve bilgi filmleri yaptılar.
Birleşik Devletler’de komünist eylemci Alfred Wagenknecht, belgesel sahneleri stüdyoda canlandırmalarıyla birleştiren kısa film Passaic Tekstil Grevi’ ni [1926] yaparken, Amerikan İşçi Federasyonu Çalışmanın Ödülü ’nü [1925] yaptı. Onun dışında pek çok Avrupa ülkesinde belgesel politik amaçlarla kullanıldı.
Sinema alanında başlayan amansız rekabet, yapımcıları kitlelerin ilgisini çekecek yeni filmler yapmaya yöneltti. ABD'de orta sınıfa yakın öyküler ve romanlar art arda perdeye aktarıldı ve adlan çevresinde efsaneler oluşturulan sinema yıldızları ortaya çıkmaya başladı.
I. Dünya Savaşı sonrasının yorgun ve yıkık Avrupa'sında sinema alanındaki en önemli gelişmelerden biri, savaştan yenik çıkmış olan Almanya'dan geldi. Ernst Lubitsch ve Robert Wiene bu döneme damgasını vuran Alman yönetmenler oldu.
Türkiye’de sinemanın başlangıç tarihini gösterimi ve film çekilmeye başlanması olmak üzere iki farklı açıdan değerlendirmek gerekir. II. Abdülhamit’in kızlarından Ayşe Osmanoğlu, anılarında Saray’da yer alan bir gösteriden kısaca söz etmektedir.
Türkiye’de sinemanın ilk dönem örnekleri, 19.yüzyılın ikinci yarısına doğru İstanbul’un o vakitler hemen hemen yalnızca yabancıların, azınlıkların ve levantenlerin yaşadığı Pera’da boy gösterir.
Bilinen ilk film ise, 1905’te çekilmiştir. Filmin çekildiği yer ise Yıldız Camii’nin ikinci avlusudur. 1905’te çekilen bu film, ülkemizde çekilen en eski filmlerden biridir.
Diğer bir filmin çekimi ise 1909’da gerçekleşmiştir. Bu filmle ilgili elimizde Servet -i Fünûn Dergisi’nde yayımlanan bir fotoğraf var. Bunu çeken kişi ise Sigmund Weinberg’di. Ancak film elimizde değildir.