İbadetlerle İlgili Problemler 2

Cemaatle kılınan bir namazda imamın arkasında önce erkekler, sonra erkek çocukları sonra da kadınlar saf tutmalıdırlar. Kadınların erkeklerin önünde namaz kılmaları hâlinde erkeklerin namazı bozulur. Aynı hizada bulunduklarında, metinde zikredilen şartların mevcudiyeti hâlinde erkeklerin namazı bozulur. Kadınların namazı bozulmaz.

Kur’an-ı Kerim’de orucu bozan hususlarla ilgili bir açıklama bulunmamaktadır. Ancak hasta ve yolcu olan kimselerin oruç tutmamalarına ruhsat verilmektedir. Bu durumda olanlar hastalık süresince oruçlarını tutmayabilir, bilahare imkan bulduğunda kaza ederler. Şayet hastalığın akabinde sıhhate kavuşamazlarsa tutamadıkları günler sayısınca fakirlere fidye verirler.

Sünnette ise sadece yeme, içme, cinsel münasebette bulunma ve kendi müdahalesiyle ağız dolusu kusmanın orucu bozacağı hususunda bilgiler bulunmaktadır. Hz. Peygamber döneminde bulunmayan birçok tedavi yönteminin orucu bozup bozmayacağı konusu daha çok içtihada dayanmaktadır. Bu çerçevede gıda ve keyif verici iğne yaptırmanın, su emilecek şekilde lavma yaptırmanın, gıda içerikli sıvıların bağırsaklara verilmesinin, bölgesel ve genel anestezinin, kulak zarı delik olup orucu bozacak kadar suyun mideye ulaşacak şekilde kulak yıkatmanın, cihazları kullanım sırasında sindirim sistemine su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan bir maddenin girmesi halinde endoskopi ve kolonoskopi yaptırmanın, periton diyaliz ve damara serum verilerek yapılan hemodiyalizin orucu bozacağı söylenebilir. Diğer başlıklarda yer alan durumların mevcudiyeti halinde oruç bozulmaz.

Bir kimse zor ve meşakkatli işlerde çalışmak durumunda kalıyor ve bu durumda oruç tutması hâlinde sağlığı tehdit altına giriyorsa, işinden ayrıldığında da geçim sıkıntısının çekilmesi kesin veya kuvvetle muhtemel ise oruç tutmayabilir. İmkân bulduğunda tutamadığı günler sayısınca orucunu kaza eder. Sağlığında bu şartların devam etmesi sebebiyle orucunu kaza etme imkânı bulamamışsa bu takdirde tutamadığı günler sayısınca fidye verir.

Hanefi mezhebi dışındaki diğer mezhep âlimleri, temel ihtiyaçlar bilinemeyeceğinden, değişken olmasından ve ihtiyaç fazlası malların tespiti mümkün olmadığından hareketle, bir insanın ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin muhtaç olduğu temel ihtiyaç maddelerinden fazla nisab miktarı mala sahip olmayı zekâtın vücub şartlarından biri olarak görmemişlerdir. Dolayısıyla nisab miktarı parası olanlar, gerek kendileri gerekse bakmakla yükümlü oldukları kimselerin ev, sağlık, yiyecek, giyecek vb. zaruri ihtiyaç maddelerinin temini için bu paraya ihtiyaç hissetseler bile zengin sayılmakta ve zekât vermekle mükellef olmaktadırlar.

Altın ve gümüş oranlarındaki değişme ile birlikte tüketim standartlarındaki gelişme ve gelir dağılımındaki bozulma, nisab miktarının yeniden tespit edilmesini zorunlu kılmaktadır. Mükellefler, kendilerini ve bakmakla mükellef oldukları kimseleri başkalarına muhtaç hâle getirecek bir zekât ibadetinde bulunamazlar. O bakımdan nisabın günümüz şartlarına göre yeniden ele alınması gerekmektedir.

Altın ve gümüş dışındaki ziynet eşyaları için zekât gerekmez. Hanefilere göre altın ve gümüşten yapılan ziynet eşyalarının zekâtı verilmelidir. Diğer mezhepler ise bu tür eşyalara sahip olanları zekâtla mükellef tutmamışlardır.

Kurban Bayramı günlerinde mutlaka kurban kesmek suretiyle bu ibadet yerine getirilmelidir. Kurban kesme yerine hayvanı canlı olarak bağışlamak veya onun kıymetini vermekle kurban ibadeti yerine getirilmiş olamaz.