İbadetlerle İlgili Problemler 1
Kadınlara mahsus olan hayız ve nifas hâllerinin mevcudiyeti hâlinde ibadet edip edemeyecekleri günümüzde tartışma konusu yapılmaktadır. Kur’an-ı Kerim, eziyet olarak nitelendirdiği bu günlerde sadece cinsel ilişkiyi yasaklamaktadır. İbadetlerle ilgili bir açıklama yapmamaktadır. Hz. Peygamber ve hanımlarından bazılarının sözleri ve müctehidlerin görüşleri dikkate alındığı zaman kadınların bu özel hâlleri devam ettiği sürece namaz kılamayacakları, oruç tutamayacakları, Kabe’yi tavaf edemeyecekleri ve Kur’an okuyamayacakları sonucuna varılır. Hanefiler kadınların hükmi kirlilikten temizlenmiş olarak tavaf yapmalarının hükmünün vacip, diğer üç mezhep farz olduğunu dile getirmektedir. Bu özür hâlleri sona erdiğinde kadınlar namazlarını kaza etmezler, ancak oruçlarını kaza ederler. Kur’an eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulunanlar zaruret sebebiyle eğitimlerine ara vermeden devam edebilirler.
İslam’ın tanımış olduğu bir diğer kolaylık, on beş günden fazla kalmama niyetiyle yolcu sayılabilecek mesafeyi katedenlere tanınan ruhsattır. Bu durumda olan yolcular dört rekatlı farz namazları ikişer rekât olarak kılarlar, iki namazı birleştirir. Kişi cem’i takdimde birinci namazın ilk tekbiri ile selamı arasında ikinci namazı birleştireceğine niyet etmelidir. Cem’i tehirde ise birinci namazın vaktinde, onu ikinci namazın vaktine tehir edeceğine niyet etmelidir. Yoksa namaz kazaya kalmış olur.
Yolculara tanınan ruhsatların hikmeti “meşakkat”in giderilmesidir. Ancak meşakkat çok izafî (göreceli) bir kavramdır. Bunun maddi veya manevi olarak algılanış biçimi kişiden kişiye değişebilir. Öte yandan yolculuk sırasında meydana gelen meşakkat tek boyutlu da değildir. Fakihler, yolcuya tanınan ruhsatların hikmetini meşakkatin giderilmesi şeklinde açıklamakla birlikte sefer halini illet, yani bu hükümlerin devreye girip girmemesinde esas alınacak objektif bir ölçüt olarak kabul etmişler, dinen yolcu sayılan herkesin yolculuk sırasında meşakkat bulunsun bulunmasın ruhsatlardan yararlanabileceğini söylemişlerdir.
Hz. Peygamber tarafından dinin temeli olarak nitelendirilen namaz mutlaka vaktinde kılınmalıdır. Mazeret bulunmadan terk edilemez. Şayet terk edilmiş ise en kısa zamanda kaza edilerek telafi edilmesi gerekir. Hanefi mezhebine göre kuşluk, tesbih, tahiyyetü’l-mescid ve vakit namazlarıyla birlikte kılınan nafile namazlar dışında, kazaya kalan namazları kılmak, nafile namazları kılmaktan daha faziletlidir. Şafii mezhebine göre kaza namazı bulunan bir kimse nafile namaz kılamaz.
Şafii mezhebine göre kaza namazı olan kimseler, hangi çeşitten olursa olsun (ister müekkede olsun ister gayri müekkede olsun), geçmiş namazların hepsini kaza etmedikçe bayram ve vitir namazları dâhil hiçbir nafile namazı kılamazlar. Çünkü terk edilen kaza namazını kılmak farzdır, diğer namazları kılmak ise farz değildir. Nafile namazları kılarak kaza namazlarını geciktirmeleri haramdır.
Kısaca, Şafii dışındaki diğer mezheplere göre kaza namazı bulunan kimseler imkân nispetinde önce sünnet namazlarını kılmalıdır. Hatta Hanefilere göre bu durum efdaldir. İlk fırsat bulduklarında da kazaya kalan namazlarını kılmalıdırlar. Şafiiler kaza namazı olanların nafile namaz kılmalarını dolayısıyla kaza namazını geciktirmelerini caiz görmemişlerdir. Bunun nedeni kaza borçlarının bir an önce tamamlanması değil, nafile namaz kılacak kadar bir zaman bile kaza borçlarının geciktirilmesinin caiz olmadığı şeklindeki görüşleridir.