Baskı ve Grafik Sanatlar Tarihi
Paleolitik devirlerle birlikte insan, iletişim kurabilmek amacıyla önceleri farklı sesler çıkartmış, sembol ve işaretler tasarlayarak kullanmış ve değişik nesnelerin üzerine görüntüleri çizerek bilgi aktarmıştır. Neden üretildiği bilinmeyen bu görseller grafik tasarım tarihi açısından önemli belgelerdir.
Düşüncelerin biçimsel forma dönüşmüş ilk ilkel formu olan ve bir kaya sanatı tarzı olarak karşımıza çıkan petroglif, kaya yüzeylerini belli biçimlerde kazıyarak, oyarak ya da farklı tekniklerle aşındırarak elde edilen görüntülerdir ve taşlara resimlenen petroglifler, bir ifade vasıtası, iletişim aracı ve yazı çeşidi olarak nitelendirilir. Bu kalıntılar yazının tarihsel süreci açısından çok büyük öneme sahiptir.
İlk olarak Mezopotamya’da kullanılmaya başlayan mühürler bilinen en eski baskı denemeleridir. Kil ve balmumu kullanılarak oluşturulan küçük silindirler üzerine oyulan şekil ve yazılar yüzeylere aktarılırdı.
Eski Sümer’de silindir mühürler dinsel amaçlara hizmet etmiştir. Tapınağa taşınan gıda maddelerinin konulduğu küplerin kumaş yada deriyle kaplanan ve urganla sıkıca bağlanan ağızlarını çamurla kapladıktan sonra üzerinde silindir mühürü yuvarlanarak mühürlemek için kullanılırdı.
Çin’de yapılan ilk matbaacılık çalışmaları birçok Batı ülkesine öncülük etmiştir. Doğuda Çin’de geliştirilip uygulanan ağaç baskı teknikleri, Çin’den Japonya’ya ve Batı toplumlarına yayılmıştır.
1450’de klasik yüksek baskı tekniklerini tek tek harflerle uygulayan Gutenberg, grafik sanatı ve baskı teknolojileri açısından hayati buluş gerçekleştirdi. İtalya, İsviçre, Fransa, Hollanda, İspanya, İngiltere ve Ülkemizde matbaalar açılmıştır. Gutenberg’in ilk baskı presini icat etmesinden sonra zaman içinde önemli keşif ve gelişmeler matbaanın ve baskı tarihsel gelişim sürecine damga vurmuştur.
Türlerde de matbaa ve baskı teknolojileri bilinen ve kullanılan bir sanat dalı olmuştur. Bazı araştırmacılar Uygur Türklerinin müteharrik harflerle tab etme sanatını bildikleri ve uyguladıkları yönünde görüş beyan etmektedirler. O günün kalıp malzemesi lan ağaçtan oyulmuş birçok klişeye rastlandığı bilinmektedir.
Bilindiğinin aksine Osmanlı Devleti matbaayla çok geç tanışmamıştır. Matbaanın icadından yaklaşık 50 yıl sonra 1493’te azınlık matbaaları açılmaya başlamış ve bu matbaalarda sarayın basma ve satma müsaadesiyle birçok kitap basılmıştır. İstanbul, Edirne, Selanik, Halep gibi Osmanlı şehirlerinde birçok matbaa açılmıştır. II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim, III. Murat, IV. Murat, IV. Mehmet gibi Padişahlar matbaa kurulmasına, kitap basılmasına ve satılmasına müsaade etmişlerdir.
Buna karşılık İlk resmi Türk matbaası İbrahim Müteferrika tarafından 1729 yılında açılmıştır. 1726’da Darü’t-Tıbaatü’l-Ma’mura (Devlet Basımevi) için bir müsaade alınmış ve çalışmalara başlanmıştır. İlk aşamada içerisinde Tarih-i Hind-i Garbi ve Cihannüma gibi önemli eserlerin de bulunduğu 17 kitap basılmış ve satışa sunulmuştur.
Matbaanın kuruluşundan itibaren müteferrikanın kurduğu matbaada 75 yılda 34 ciltlik 23 kitap basılmışsa da bu ilk hareket Devlet eliyle daha birçok matbaanın açılmasına ön ayak olması açısından önemlidir. Sonraki dönemlerde açılan taşbaskı atölyeleriyle birlikte matbaa farklı bir ivme kazanmıştır.
Dârü’t Tıbâatü’l-Âmire, Cumhuriyetin ilanından önce “Milli Matbaa” sonraki dönemlerde “Devlet Matbaası” adını alarak 1939’da Millî Eğitim Bakanlığı’na devredilmiştir.