Postyapısalcılık

Postyapısalcılık, 1950’lerden başlayarak 1970’lere kadar olan dönemde Fransız entellektüelleri tarafından yapısalcılığın ilkelerini eleştiren bir terimdir. Postyapısalcılık, yapısalcılığa yöneltilen bir dizi eleştiriyi içermektedir. Postyapısalcılık, dilbilimden, yazın alanına, toplum bilime ve göstergebilime kadar farklı alanlarda ortaya çıkan yapısalcılığın argümanlarını reddeden bir düşünce sistemidir.

Postyapısalcılığın Getirdiği Eleştiriler

Postyapısalcılık şu noktalara eleştirel yaklaşmaktadır. Öznenin inşasının toplumsal yapı tarafından belirlenmesine, dil ve anlam ilişkisi olarak kabul edilen göstergebilimin nedensiz ilişkiyle anlamı sabitlemesine, metnin anlamının tek ve değişmez olduğu gerçeğine, batı kültüründe yer alan ikili karşıtlıklara ve erkek merkezci yazma pratiğinin kadını ikincil ve öteki olarak konumlandırmasına karşı çıkmaktadır. Postyapısalcılık, Michel Foucault, Jacques Lacan, Jacques Derrida, Julia Kristeva, Helena Cixous ve Luce İrigaray gibi postyapısalcılar üzerinden incelenecektir.

Postyapısalcılık belirli kavramlara eleştirel bakmaktadır. Özne, büyük Öteki, nedensizlik, ikili karşıtlıklar, anlam ve doğruluk kavramları postyapısalcılığın eleştirdiği kavramsal yapılardır.

Postyapısalcılara göre, bireyin özneye dönüşmesi sürecinde belirli inançların ve değerlerin kaynağı olarak kendini değil de Büyük Ötekiyi merkeze alması, bireyin eylemlerinin de bir yapay zekâ tarafından programlanmış olduğunu göstermektedir. Derrida, gösteren ve gösterilen ilişkisinde anlamın sürekli bir kayma içinde olduğunu ifade eder. Anlamın çoğulluğuna ve değişimine yapılan vurgu, doğruluk kavramının da sorgulanmasına neden olur. Böylece, öznelere göre değişen anlam ile doğruluk ortaya çıkar.

Özne kavramı da postyapısalcılar tarafından eleştirilmektedir. Rasyonel, birlikli ve güçlü özne kavramı eleştirilmektedir. Postyapısalcılara göre özne, tek bir kimliğe sahip olan değil, zaman içinde sürekli değişen bir yapıya sahiptir. Michel Foucault ise özne kavramını yapısalcılığın bir sonucu olarak değerlendirir. Ona göre özne, insanın organizma halinden özne olma sürecine geçiş, iktidar ile gerçekleşmektedir. Bu nedenle Foucault’ya göre özne, bir iktidar söylemi içinde gelişmekte ve bedene yönelerek biyo -iktidarla bedeni denetleyen bir yapıya dönüşmektedir.

Böylece iktidar tarafından inşa edilen özne, yapısalcı bir toplum anlayışının sonucu olarak görülmelidir. Ayrıca Foucault, öznenin biyo –iktidarla sadece dışarıda bir iktidarla şekillenmediğini insanın vicdanıyla beraber içsel bir iktidar tarafından da denetlendiğini ileri sürer. Böylece Foucault’nun postyapısalcılık açısından önemli olan yanı, özne kavramını sorgulamaya açması ve öznenin altında gizli bir şekilde varlığını sürdüren iktidar kavramının açığa çıkarılmasıdır.

Derrida nedensizlik kavramını eleştirmektedir. Saussure’deki gösteren ve gösterilen arasındaki ilişkinin keyfi bir belirlenime dayandığını ileri süren Derrida, bu durumun bir nedensellik ilişkisine dayanmadığını ifade eder. Böylece, kavramlar ile onları karşılayan anlamları arasında nedenselliğe dayalı bir ilişkinin olamayacağını ileri sürer.

İkili karşıtlıklar da postyapısalcıların eleştirdiği kavramlar arasında yerini alır. Batı medeniyetinin ikili karşıtlıklara dayanması kavramların birbiri üzerinde üstünlük kurmasına neden olmuştur. Erkek -kadın, kültür -doğa, akıl -duygu gibi ikili karşıtlıklarda baskın olan gücünü diğerinden almaktadır. Örneğin erkek varlığını kanıtlamak için kadına destek duyarken, kadını öteki olarak konumlayarak onu baskı altına almak ister. Bu durum ikili karşıtlıklarda batı medeniyetinin belirli kavramları yüceltmesiyle ve dil ile aktarılmasıyla gerçekleşmektedir.