Görmenin Fizyolojisi ve Tarihi
Görme, gözün ışıkla olan ilişkisiyle başlar. Görmeyi sağlayan dışsal fiziksel uyarı olan ışık, farklı dalga boylarında ve açılarda göze yansıyarak görüntünün retinada oluşmasını sağlar.
Görüntüde var olan her şey beyinde depolanır. Ancak biz her görüntüye dikkatimizi veremediğimiz gibi, gördüğümüz her şeyi de hatırlayamayız.
Bilinçli algı süreci gözün görüntülerde bazı uyaranlara odaklanması ile başlar.
Görme işleminin nasıl gerçekleştiği, göz -ışık ilişkisi, görmenin öğrenme, bilme ve yargıya varma süreçlerinde etkisi insanlık tarihinde “Varlık nedir?” sorusuna yanıt aranmaya başlandığından beri felsefenin, tıbbın, psikolojinin ve sanatın yanıt aradığı sorular olmuştur.
Görme Duyusu ve Algının Oluşması
Görmenin her insanda aynı olmasını sağlayan şey, görme duyumuzu ilgilendiren fizyolojik özelliklerin ve beynin optik çalışma prensibinin her insanda ortak olmasıdır.
Fizyolojik bir süreçle başlayan görme, zihinsel bir süreçle algıya dönüşür.
Beynimizin duyulara ayrılan bölümünde en büyük işlem hacminin görme işlemine ayrılmış olması; bilgi edinme, düşünme ve yargıya varma sürecinde görmenin ne denli önemli bir yer tuttuğunun göstergesidir.
Görme, istenç dışı olarak gerçekleşen bir olguyken; bilinçli algı, üretilmiş bir sonuçtur. Gördüğümüz tüm görüntüler beyne ulaştığında bilinçaltı dediğimiz, bizim farkında olamadığımız alanda işlem görür ve düşüncelerimize etki eder.
Görme duyumu, fizyolojik bir işlem olarak nesneye dair verdiği sınırlı bilginin dışında diğer duyumların da katılımıyla düşünsel ve ruhsal dünyamızda da değişimlere neden olur.
Görme; uyarıcı, duyum ve algı olmak üzere üç aşamada oluşur.
Gözün Yapısı ve Retinada İmgelerin Oluşumu
Küre formundaki göz içi içe geçmiş kornea, uvea ve retina olarak üç tabakadan oluşur.
Kornea gözün dışa bağlantısı, en dış tabakasıdır.
Uvea, görme için gerekli ışığın göze girme miktarını ayarlayan iris ve ışık odaklama yeteneği olan koroideadan oluşur.
Retinada renk ve şekilleri görmemizi sağlayan çok sayıda koni ve çubuk hücre bulunur .
Işık Alıcılar: Çubuk ve Koni Hücreler
Yüzlerce optik disklerden oluşan çubuk hücreler ışığın yetersiz olduğu yerlerde görmemizi sağlar.
Koni hücreleri renkli görmemizi sağlar. Kırmızı, yeşil ve mavi olmak üzere üç çeşit koni hücresi vardır. Kırmızı hücreler kırmızı ışığa, yeşil hücreler yeşil ışığa ve mavi hücreler de mavi ışığa karşı daha duyarlıdır.
Beyin ve Göz İlişkisi: Görmek
Nesnelerden yansıyan ışık her bir göze çapraz ve ters olarak yansır, optik sinirler aracılığı ile beyne iletilirken görüntü üç boyutlu hale gelir. Görüntü bir dizi işlemden sonra tekrar beyinde düz olarak yaratılır.
Beyinde bu veri daha önce edinilmiş duyusal bilgiler ile karşılaştırılarak algılama gerçekleşir.
Renk ve şekilleri, koni ve çubuk hücreler aracılığıyla ayırt ederken, hareketi görmek farklı dinamiklere ihtiyaç duyar.
Algı uyaranların gücüne ve bizim önemseme ölçeğimize bağlı olarak uyarılanın ilgisini yöneltmesiyle tam olarak gerçekleşir.
Görme ve Algı Teorileri
Görmenin bilme ile olan öncelikli ilişkisi Antik Çağ'dan bu yana felsefe ve bilim insanlarının çeşitli görme ve algı teorileri geliştirmesinde önemli rol oynamıştır.
Felsefe Tarihinde Görme ile İlgili Önermeler, Kuramlar
Yunan filozofu Alkemeon, gözü ışık kaynağı olarak görmüştür.
Aynı yüzyılda Liukippos algıyı dokunma duyusuyla ilişkilendirmiştir.
Demokritos, atomlardan oluşan ışığın nesnenin üzerine düştüğünde renkleri oluşturduğunu ve bu atomların geri göze yansımasıyla görmenin gerçekleştiğini savunmuştur.
Sokrates bilginin doğuştan geldiğini, bizden önceki kuşaklar tarafından bize aktarıldığını iddia etmiştir.
Görme ve algıyı kuramsal olarak açıklayan Eflatun, belli optik kurallarla göz- ışık ve nesne ilişkisini açıklamıştır. Işığın hem nesneden yayıldığını hem de gözün ışık kaynağı olduğunu ve bu iki ışığın oluşturduğu "görme akıntısı" sayesinde görmenin gerçekleşebildiğini söyler.
Aristoteles göz ne nesne arasında saydam bir ortamın olduğunu ve bu ortamda ışığın nitelik değiştirerek göze iletildiğini, görmenin böylece gerçekleştiğini açıklamıştır.
İbn-i Heysem, görme fizyolojisi ve optik kuram üzerine yapmış olduğu deneysel çalışmalarla optiği bilimsel olarak ele alan ve bilimsel yöntem geliştiren ilk kişidir. Böylelikle fizik biliminin de kurucusu olmuştur.
Görmenin nesnelerden yansıyan ışık ışınları olduklarını, iki gözden alınan bilgilerin sentezlenmesini sağlayanın ruh olduğunu söyleyerek beynin görmeden sorumlu olduğunu ortaya koyan çağımızın optik bilgisine en çok yaklaşan filozoftur.
Johannes Kepler, Heysem’in optik kuramını daha ileriye taşıyarak her iki gözden içeri giren ışık ışınlarının birleştiği yerin gözün retina tabakası olduğunu söyler. Göz retinasına ters düşen görüntünün beyin tarafından düzeltildiğini, beynin de göz gibi görmeden sorumlu olduğunu söylemiş, merceklerin nasıl işlev gördüğünü açıklamış, böylelikle teleskobu geliştirmiş ve modern astronominin kurucularından biri olmuştur.
Modern felsefenin en önemli temsilcilerinden olan Descartes, görmeyi dokunma duyusuyla ilişkilendirmiş, görme duyusuyla elde edilecek verilerin dokunarak da sağlanabileceğini söylemiştir.
Sir Isaac Newton, “Işık Tanecik Kuramı” adlı görme kuramında; Işınların mercek ve prizmalardan geçerken kırıldığını ve ışığın farklı renklere ayrıldığını, bu ışıkların birleşiminin beyaz ışığı verdiğini söyler.
20. yy’da Kuantum Teorisi'nin ortaya çıkması ile bugün ışık hem dalga olarak hem de parçacık modeli olarak iki farklı açıdan ele alınmaktadır.