Siyaset Felsefesi
SİYASET FELSEFESİ
Siyaset felsefesi felsefenin bir disiplinidir ve felsefenin yöntemlerini kullanarak, rasyonel bir analizle toplumsal hayatın daha iyi nasıl düzenlenebileceğini araştırır. Siyaset felsefesi, siyasal şeylerin nitelikleri hakkındaki kanaatlerin yerine, siyasal şeylerin mahiyeti hakkındaki bilgiyi geçirmeye çalışır. Siyaset felsefesi, hem siyasal şeylerin mahiyetini hem de iyi siyasal düzenin hakiki standartlarının neler olduğunu bilme girişimi olarak tanımlanabilir.
Siyaset Felsefesinin Temel Problemleri
Siyaset felsefesinin problemleri insanların toplum halinde ve siyasal örgütlenme içinde yaşamalarından doğan siyasal problemlerdir. Bu problemlerin en önemlilerinden birisi egemen varlığa yani devlete ilişkin problemdir.
Siyaset felsefesinin üzerinde durduğu bir diğer problem kimin yönetmesi gerektiği problemidir.
Egemenliğin mutlak veya sınırlı olması gerektiğine ilişkin probleminin uzantısı olarak ortaya çıkan bir diğer problem, bireyle devlet arası ilişkilerin ne şekilde olması gerektiği problemidir.
Siyaset felsefesinin tartıştığı problemlerden bir diğeri devletin yerine getirmesi gereken görevler konusudur.
Siyaset Felsefesinin Temel Kavramları
Siyaset felsefesinin temel problemleri tartışılırken üzerinde durulan, devlet, otorite, meşruiyet, yasa, hak, hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük, toplum sözleşmesi, sivil toplum, demokrasi gibi kavramlar da siyaset felsefesinin temel kavramları olarak ortaya çıkar.
Siyasi İdeolojiler
Anarşizm: Anarşi sözcüğünün kelime anlamı “kuralsızlık” demektir. Anarşi kavramı Fransız Devrimi ile siyasi içeriğini kazanır. Anarşizm gündelik dilde kaos, kargaşa ve düzensizlik gibi anlamlara gelecek şekilde kullanılsa da, güçlü siyasi ve felsefi içeriğe sahip, belli bir toplumsal düzeni savunan siyasi bir ideolojidir. Bu ideoloji William Godwin, P. A. Kropotkin, Mihail Bakunin, Pierre Joseph Proudhon ve Emma Goldman, Max Stirner gibi düşünürler tarafından savunulmuştur. Anarşist düşünürlere göre insan, doğası gereği dayanışmaya ve işbirliği içinde yaşamaya uygundur. Devlet, otoriter yapısıyla, insanın doğuştan iyi olan doğasına uygun şekilde örgütlenmesine engel olmaktadır. Dolayısıyla insan doğasına her koşulda yabancı ve aykırı olan devlet gereksizdir ve ortadan kaldırılmalıdır.
Faşizm: Faşizmde devlet kişilerin istek ve iradeleri dışında kendiliğinden oluşan sosyolojik, tarihsel bir gerçek, organik bir bütündür. Devlet bireylere değil, toplumsal kuruluşlara dayanır ve gerçekleştirmek zorunda olduğu kendine özgü amaçları vardır. Bu nedenle faşizmde birey, başlı başına bir değer ve varlık olarak görülmez, belirli bir değere ve varlığa sahip olan devlettir. Birey, ancak toplum içinde yerine yetirdiği fonksiyonlara göre bir değer ve varlık kazanır.
Liberalizm: Liberal kelimesi zihinsel bir tutumu niteler ve açık görüşlü, farklı görüş ve düşünceleri anlayabilen, onlara karşı hoşgörülü olabilen insanları nitelemek için kullanılır. Siyasi anlamda liberalizm, birey özgürlüğünü en geniş anlamda savunan bir ideoloji olarak kabul edilir. Siyasi bir ideoloji olarak liberalizm, bireysel hak ve özgürlükler korumak adına devletin yetkilerini sınırlandırmayı öngörür.
Marksizm: Marksizm, 19. yüzyılda Karl Marks (1818 -1883) ve Friedrich Engels (1820 -1895) tarafından geliştirilen görüşlere bağlı olarak, kapitalizme tepki olarak ortaya çıkmıştır. Marksizm de toplumların tarihi, ekonomik yapıların yani üretim tarzlarının tarihi olarak görülür. Toplumsal hayatın gerçek temeli insanların kendi emekleriyle katıldıkları toplumsal üretim ilişkileridir. Bu ilişkiler bir bütün oluşturarak toplumun ekonomik yapısını meydana getirirler. Oluşan ekonomik yapı, iki toplumsal sınıfın doğmasına neden olur. Bunlardan biri üretim araçlarına sahip olan, onları denetleyen sınıf (burjuva) diğeri de çalışan ve üretim aracı haline gelen sınıftır (proletarya).
Muhafazakârlık: Muhafazakârlık etimolojik olarak, korumak, saklamak, muhafaza etmek, biriktirmek gibi anlamlara gelir. Muhafazakârlık, günlük dilde “muhafaza etmek” fiilinin taşıdığı anlama bağlı olarak, mütevazı veya ihtiyatlı davranış, geleneksel bir hayat tarzı, değişim karşıtlığı gibi anlamlarda kullanılır. Muhafazakârlığın kökleri, birçok ideoloji gibi tarihsel olarak çok eskilere dayansa da, bir ideoloji olarak ortaya çıkışı ve siyasi anlamda kullanımı Fransız Devrimi’nden sonra olmuştur. Bu anlamda muhafazakârlığın ilkeleri, İngiliz filozof ve devlet adamı Edmund Burke’ün (1729 -1797), ilk baskısı 1790 yılında yapılan Fransa’daki Devrim Üzerine Düşünceler adlı eserinde dile gelir. Burke, bu eserde dile getirdiği düşünceleriyle modern toplumsal ve siyasal muhafazakârlığın kurucusu olarak kabul edilir. Muhafazakârlığın merkezi konularından birisi gelenek savunusudur. Gelenek, zamana karşı koyabilmiş değerleri, kurumları ve bir kuşaktan diğerine aktarılanları kapsar. Muhafazakârlar, gelenek ve kurumların, zamanın yaptığı sınavı geçtiğini ve hassasiyetle korunması gerektiğini düşünürler. Geçmiş kendi içinde bir bilgelik taşır ve bundan dolayı yaşayanların ve gelecek kuşakların menfaati için korunmalıdır.