Mezopotamya’da Hellen ve Roma Dönemleri

Bugünkü Irak topraklarının bir bölümünü tanımlamak için kullanılan Mezopotamya (Mesopotamia [Μεσοποταμία]) adı, antik yazarlarca Euphrates (Εὐφράτης [Fırat]) ve Tigris (Τίγρις [Dicle]) nehirlerinin arasında kalan bereketli toprakları tanımlamak için kullanılan bir coğrafi terimdir. Bir başka deyişle, Μεσοποταμία, antik Hellen yazarlarının μέσος (mesos) “orta” ve ποτάμιος (potamios) “ırmak” sözcüklerini birleştirerek türettikleri “iki nehir arası” anlamına gelen bir addır. Çünkü “iki nehir arası” anlamına gelen Mesopotamia kelimesinin etimolojisi, bölgenin coğrafi yapısından ilham almıştır. Söz konusu kelime bu anlamda ilk kez Nikomedeia’lı (İzmit) politikacı ve tarihçi Arrianos (İS 2. yy.) tarafından Büyük İskender’in Pers Devleti’ne karşı yapmış olduğu seferin tarihini anlattığı yedi kitaptan oluşan Ἀλεξάνδρου ἀνάβασις (Aleksandru Anabasis [(Büyük) İskender’in Anabasisi/Seferi adlı eserinde kullanılmıştır.

Ancak hemen belirtelim ki, antik kaynakların ortaya koyduğuna göre, günümüzde coğrafi bir terim olarak kuzeyde Toros Dağları, güneyde Basra Körfezi, doğuda Zagros Dağları, batıda ise Suriye Çölü tarafından çevrelenen alan için kullanılan Mesopotamia (Μεσοποταμία [Mezopotamya]) adının başlangıçta tek bir adı yoktu. Güney bölümü Sümer ve sonrasında ünlü Babil kentinden dolayı Babylonia, kuzeyi ise Assur Ülkesi olarak anılmaktaydı. Örnek vermek gerekirse, Eskiçağ’ın ünlü coğrafyacısı Strabon (İÖ yak. 64 –İS yak. 19), “Γεωγρφικά (Geographika [Coğrafya])" adlı yapıtında, Εὐφράτης (Euphrates) ve Τίγρις (Tigris) nehirlerinin suladığı alanın kuzeyini Μεσοποταμία (Mesopotamia), güneyini ise Βαβυλωνία (Babylonia) olarak adlandırmıştı. Bu hususta diğer bir kanıt da Romalı ünlü politikacı, yazar ve tarihçi Gaius Plinius Secundus’tur (İS 23/24 –79). İS 1. yüzyılda, “Yaşlı” Plinius, söz konusu sınırları Babylonia, yani bugünkü Irak’a denk gelecek şekilde genişletmişti.

Mezopotamya, gerçekten de genel bir coğrafi bakış açısıyla, Toroslar ve Zagrosların etekleriyle Suriye Çölü arasında, Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı bereketli topraklar olarak görülse de temel yaşam koşulları bakımından aslında birbirinden farklı üç bölgeden oluşmaktadır: Kuzey, Orta ve Güney.

Fırat ve Dicle nehirlerinin hayat verdiği bereketli topraklar, yukarıda belirttiğimiz gibi, insanlık tarihinin en eski yerleşim merkezlerinden biri olup, tarih boyunca medeniyetlerin ortaya çıktığı verimli bir coğrafya olarak karşımıza çıkmıştır. Ancak burada şu gerçeğin de altını çizmekte fayda vardır: Mezopotamya bir coğrafi terim olmakla birlikte, burada gelişen Sümer, Akkad, Babil ve Assur gibi uygarlıklardan günümüze ulaşan birleşik kültürel bir kimliği de ifade etmektedir. Çünkü Mezopotamya adı, geçmişle ilgilenen ve insanlığın yaşadığı zorlu serüvenin aşamaları konusunda soruları olan herkes için parlak uygarlıklar ve ürettikleri görkemli eserleri çağrıştırır. Bir başka deyişle, Önasya’nın Eskiçağ’daki üç önemli medeniyet merkezinden biri olan Mezopotamya adlı coğrafyada (diğer ikisi Anadolu ve Mısır) yaşanan ve etkileri günümüze kadar uzanan birçok öncü gelişme yatar.

Bütün bunlar gösteriyor ki, Asya’nın Akdeniz’e açılmış bir kapısı olma özelliğini taşıyan Mezopotamya, Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında sahip olduğu bu özel konumundan aldığı güçle yüzyıllardır birçok medeniyete kucak açmıştır.

Özetle, günümüzden geçmişe doğru yolculuk edecek olursak, kültür ve medeniyetin bayraktarlığını yapan Batı dünyasının kadim medeniyetler beşiğidir. Çünkü buradaki gelişmeler, daha sonraki dönemlerde dünyanın diğer bölgelerine yayılmış, başta Anadolu ve Mısır olmak üzere Hellas gibi başka önemli uygarlık merkezlerini derinden etkilemiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Mezopotamya uygarlıkları, birinci bin yılın ikinci yarısından itibaren birikimini İran kökenli Perslere onlar Makedonlara onlar da Hellenistik krallara ve Roma’ya aktarmıştır.