Modern Toplumlarda Tabakalaşma ve Sınıf

Toplumsal eşitsizlik dediğimizde, sadece maddi refahın değil aynı zamanda iktidar ve saygınlığın da dengesiz bir şekilde dağılımına işaret etmekteyiz. İşte bu mesele sosyolojide tabakalaşma olarak ele alınmaktadır.

Ancak tarih boyunca farklı tabakalaşma sistemlerinden bahsetmek ve bu anlamda tabakalaşma sistemlerini açık sistemler ve kapalı sistemler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Açık sistemler, tabakalar arası hareketliliğin mümkün olduğu, tabakalar arası sınırların geçişkenliğe izin verdiği sistemlerdir. Tabakalar arası geçişleri ifade eden kavram ise sosyal hareketliliktir.

Kapalı sistemler ise genelde sosyal hareketliliğin olmadığı ya da çok az olduğu sistemlere işaret eder. Kapalı sistemler ile ilgili bilinen en yaygın örneklerin başında kölelik, kast sistemi ve feodal sistem gelmektedir. Antik çağlardan yakın zamanlara kadar varlığını sürdürmüş olan kölelik kurumu, özgür olmama halinin ötesinde temel insani haklara sahip olma durumudur. Kölelik, istisnalar dışında içinden çıkmanın neredeyse imkânsız olduğu bir toplumsal tabakayı ima eder. Kapalı sistemlerin en bilindik ikinci örneği, Hindistan ile özdeşleşmiş olan kast sistemidir. Buna göre aralarında geçişkenliğin olmadığı kastlar bulunur, kişi bu kastların hangisinde dünyaya gelmişse o tabakaya mensup olur. Benzer şekilde Ortaçağ Avrupası’nın hâkim toplumsal formasyonu olan Feodal sistemi de kapalı bir sistem olarak ele almak mümkündür. Kabaca aşağıdan yukarıya doğru köylüler, şövalyeler, lordlar ve en tepede ise kraldan oluşan yapı, yine geçişkenliğin çok istisnai olduğu kapalı bir sistem örneğiydi.

Modern sanayi toplumlarını ise genel anlamda açık sistemler olarak nitelemek mümkündür. Her ne kadar içinde doğduğumuz sosyal tabaka, hayatta yer alacağımız konumu büyük ölçüde belirlemekteyse de yukarıda bahsedilen kapalı sistemlerden daha çok geçişkenliğe izin veren sistemlerdir. Yani modern toplumlarda toplumsal hareketlilik daha olağan ve örnekleri daha fazladır.

Peki toplumsal eşitsizlik anlamına gelen tabakalı yapı nasıl olur da varlığını sürdürmeye devam eder? Bu soruya kabaca üç başlıkta yanıt verilebilir: ilahi açıklamalar, naturalistik açıklamalar ve sosyal açıklamalar. Bu her üç cevap zaman zaman bir biriyle kesişebilir. Buna göre bu eşitsizlikler bazen dini referanslara başvurarak meşrulaştırılmaktadır. Bazen naturalistik açıklamalarla bu eşitsizlikler meşrulaştırılır. Yani bu eşitsiliklerin doğal bir şey olduğu kabul edilir, örneğin kadınla erkek arasındaki kıyaslamalarda olduğu gibi. Bazen de bu meşrulaştırmalar, sosyal teorideki işlevselcilik ya da liberteryanizm gibi yaklaşımlarla gerçekleştirilir.

Sosyolojide tabaklaşmanın teorik çerçevesi çok geniş olsa da genelde bu çerçeve iki klasik isimle açıklanmaya çalışılır. Bunlardan birisi Karl Marx diğeri ise Max Weber’dir. Karl Marx bütün bir insanlık tarihini, farklı sınıflar arasındaki mücadelelerin bir tarihi olarak görür. Yani tarih boyunca her daim egemen bir sınıf diğerini sömürmüştür. Toplumda hangi sosyal sınıfa mensup olduğumuz, üretim araçlarına sahip olup olmamamızla belirlenmektedir. Max Weber, Marx’ın bu sınıf analizini önemli bulsa da ona bazı eklemelerde bulunur. Buna göre sadece iktisadi kaynaklar toplumsal konumumuzu belirlemez. Weber, statü dediği saygınlık meselesinin sadece iktisadi kaynaklardan elde edilmediğini ima eder. Yine farklı iktisadi konularda bulunanların benzer bir şemsiye altında toplanmalarını sağlayan örgütleri de parti kavramıyla ortaya koyar. Bu iki isim dışında çağdaş sosyal teoriden bir isimi de anmak gerekiyor. Pierre Bourdieu, kültürel sermaye kavramını kullanarak sınıf meselesinin karmaşık doğasını oldukça anlaşılır bir şekilde ortaya koymaya çalışır. Kültürel sermaye, nasıl bir kültürel çevrede yetiştiğimiz, toplumda avantaj sağlayan özellikleri edinip edinmediğimiz ile ilgilidir. Bu sermayeye sahip olanlar, toplumda daha avantajlı tabakalara yerleşirler.

Peki eşitsizliklere makro bir çerçevede baktığımızda neler görürüz? Dünya Bankası, dünyadaki tüm ülkeleri kişi başı gelire göre dört kategoride sınıflandırmaktadır. Düşük gelirli ülkeler, düşük orta gelirli ülkeler, yüksek orta gelirli ülkeler ve yüksek gelirli ülkeler. Türkiye, bu sınıflandırmada yüksek orta gelirli ülkeler listesinde yer almaktadır. Gelir dağılımının nüfusun yüzde 20’lik dilimleri arasında nasıl pay edildiğine baktığımızda Türkiye’de en alttaki yüzde 20’lik dilim ile en üstteki yüzde 20’lik dilim arasındaki fark yaklaşık sekiz katlık bir eşitsizliği göstermektedir. Yüzdelik dilimleri küçülttüğümüzde, bu farkın daha da dramatik bir şekilde arttığını görüyoruz.