Çokuluslu Şirketler ve Küresel Üretim

Küreselleşme son yılların en popüler kavramlarından biridir. Henüz tamamlanmamış ve oldukça karmaşık bir süreç olması nedeniyle tam olarak ne ifade ettiği veya hangi anlama geldiği tartışmalıdır. Ancak dünyanın ekonomik, sosyal ve politik açılardan artan bütünleşmesi ile ülkelerin birbirine daha da bağımlı hale gelmesi olarak tanımlanabilir.

Küreselleşme sürecinin itici gücü tartışmasız çokuluslu şirketlerdir. Çokuluslu şirketler, birden fazla ülkede gelir getirici faaliyet gösteren ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını üstlenen şirketlerdir.

Üretimin küreselleşmesi, uluslararasılaşmadan farklı olarak, bir ürünün üretiminde kullanılan girdilerin (sermaye, emek, teknoloji ve hammadde, ara mallar ve dağıtım) oldukça farklı kaynak ve ülkelerden temin edilmesidir. Bu süreçte, doğrudan dikey yatırımların aksine, işletmelerin bağımsızlığı artarken aralarındaki bağlantılar, hangi unsurun nereden geldiğini belirlemeyi adeta imkânsız hale gelmektedir.

Çokuluslu şirketler üretimlerini, dikey olarak parçalayıp, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin yardımıyla bileşenlerine ayırarak, emeğin bol ve ucuz olduğu gelişen ülkelere kaydırmaktadır. 1960’lı yılların sonlarından itibaren tekstil, hazır -giyim ve ayakkabı gibi emek yoğun sektörlerde başlayan bu sürece küresel üretim denilmektedir. Bu süreç 1980’lerde elektronik, otomobil ve beyaz eşya gibi sermaye yoğun imalat sektörlerinde, 2000'den itibaren de hizmet sektöründe yayılmaya başlamıştır.

Üretimin dikey olarak parçalanması ve küreselleşmesi gelişmiş ülkelerde emek piyasaları, ücretler ve çalışma standartlarını olumsuz etkilemektedir. Bu etki, emek piyasalarında rekabetin küreselleşmesi, ticaretin serbestleştirilmesi ve uluslararası rekabetin yoğunlaşması çerçevesinde tartışılmaktadır. Bu tartışmaların odağını, gelişen ülkelerden yapılan katma değeri düşük emek yoğun malların ithalatının gelişmiş ülkelerde düşük vasıflı işçilerin istihdamını ve emek yoğun endüstrilerin geleceğini tehdit ettiği iddiası oluşturmaktadır.

Serbest ticaret bölgeleri üretimin küreselleşmesinin karanlık yüzünü oluşturmaktadır. Bu bölgeler son yıllarda çalışanların hak ve hukukların sıkça ihlal edilmesiyle gündeme gelmektedir. Coğrafi olarak sınırlandırılmış bir bölgede sadece ihracat yapmak amacıyla üretim yapılan yerlere serbest ticaret bölgesi denilmektedir.Tarihsel olarak serbest bölgeler öteden beri ticaret yolları üzerinde var ola gelmiştir. Ancak asıl yaygınlık kazanması 1960 ve 1970’ler sonrasına rastlamaktadır.

Ter atölyeleri kavramı ilk kez 1830 -1850 yılları arasında, Londra’da sweater olarak isimlendirilen orta kademe yöneticisinin (modern fabrika sisteminde çok geniş yetkilerle donatılmış ustabaşı) emrinde zor şartlar altına giysi üretimi işleri için kullanılmıştır. Ancak bu kavram son dönemlerde üretimin küreselleşmesine bağlı olarak tekrar kullanılmaya başlamıştır. 1990’larda modern ter atölyeleri kavramı ücretlerin düşük ve çalışma standartların uygulanmadığı ülkelerden yapılan küresel dış tedarikle bağlantılı olarak gündeme gelmiştir

Küresel üretimin ve dış tedarikin artması serbest ticaret bölgelerinin ve ter atölyelerinin sayılarını artmaktadır. Bu bölgelere ekseriyetle kadın ve çocuklar istihdam edilmekte, çalışma yasaları askıya alınmakta işçilerin örgütlenme hakları engellenmektedir. Kadınlar ve çocuklar son derece kötü şartlarda istihdam edilmekte ve pek çok açıdan istismara maruz kalmaktadır.