Din Sosyolojisinin Tarihçesi Batı İslam Dünyası ve Türkiye

Toplumsal düşünce tarihine baktığımızda din ve toplum olayları hakkında düşünme ve araştırma geleneğinin çok eski tarihlere uzandığı görülmektedir. Esasen 19. asrın ortalarında Comte, ilgilendiği konuların ismini ‘Sosyoloji’ olarak belirlemesinden çok önce, çok sayıda düşünür din ve toplum arasındaki ilişkilere dikkat çekmişti. Lakin 18. yüzyıldan itibaren din kurumu hakkında yapılan araştırmalar psikoloji alanında olduğu gibi etnoloji, arkeoloji ve antropoloji alanında da özellikle dinin menşei problemi üzerinde yoğunlaşmıştı. Rönesans süreci, reform çabaları ve coğrafi keşiflerle birlikte ele alındığında medeniyetler ve kültürler arası ilişkilerin arttığı, özellikle kültürün din alanında, farklı inanç ve geleneklere sahip topluluklara ait birçok malzemenin toplanmasına imkân sağlamıştı.

Batı’da yapılan ilk din sosyolojisi araştırmalarında din, sistematik bir metodoloji dahilinde değil; belirli bir gelişim çizgisine dayalı evrimci ve pozitivist açıklamalarla ele alınmıştır. Bu araştırmalar antropolojik niteliktedir.

19 yüzyılda dine pozitivist ve evrimci bakış açısıyla yaklaşan Batılı bilim adamları dinin menşeini araştırmakta; bazıları dinin ata ruhlarına tapınmayla, bazıları tabiat olaylarının kişileştirilerek tabiat güçlerine tapınmayla, bazıları da totemle başladığını iddia etmektedir.

Dinin insanın başa çıkamadığı veya çözümünü ve açıklamasını bulamadığı olaylar karşısında kendini avutmak için bulduğu hayali bir sistem olarak görülmesinden sonra günümüzde sosyal bilimlerdeki ilerlemeler, Weber'in de katkısıyla dinin endişe azaltıcı ve kişiliği billurlaştırıcı sembolik bir süreç olarak kavranmasına imkan vermiştir.

Weber, din sosyolojisinde öncelikle kapitalizmin yükselişini son derece derinden etkileyen asketik protestanlık teziyle bilinir. Weber, Protestan ahlakının kapitalizmin doğuşuna etki eden faktörlerden birisi olduğu sonucuna varır. Wach; tarihi, fenomenolojik, karşılaştırmalı ve tipolojik yöntemleri kullanarak genel ve sistematik bir din sosyolojisine katkıda bulunmuştur. Wach, dini tecrübenin ifade biçimlerini "teorik" (inanç), "pratik" (ibadet) ve "sosyolojik" (dini topluluk) olarak üçlü bir tipolojiyle açıklamıştır.

İslam dünyasında da sosyolojik değerlendirmelere ve din -toplum ilişkilerine yönelik fikirlere rastlanmaktadır. Özellikle X. ve XI. yüzyıllarda İslam topluluklarında ortaya çıkan değişme ve gelişmeler, İslam dünyasında yeni şartlar ve yeni sorunlar ortaya çıkarmıştır. İslam dünyasında sosyoloji ve din sosyolojisi ile ilgili bilgiyi daha ziyade Farabi, Gazali ve İbni Haldun’un eserlerinde buluruz. Farabi, toplumu bir organizmaya benzetmekte ancak toplumun hür ve irade sahibi varlıklardan oluştuğunu belirterek toplumla organizmayı özdeşleştiren anlayıştan ayrılmaktadır. Farabi’ye göre insan toplumsal bir varlıktır ve insanın toplum halinde yaşaması, başkalarıyla yardımlaşması bir ihtiyaç eseridir. Aynı zamanda bu durum, onun yaratılışı gereğidir.

Gazali; toplumsal olayları, biyolojik teorilerde olduğu gibi, canlıların organları ile karşılaştırmalar yaparak açıklar. Ona göre toplum bir canlıya benzer ve canlılarda bulunan çeşitli organlar, toplumun çeşitli mesleklerini karşılar. Ayrıca insan tek başına yaşayamaz ve daima başkalarına muhtaçtır.

İbni Haldun’a göre tarih; insanı ve onun toplumsal hayatını anlatan, büyük ve geniş bir bilgi disiplinidir. Bu bilimin konusu, "insan medeniyeti" ve "toplumsal hayat"tır. İbni Haldun’un tarih anlayışı onu, “ümran” düşüncesine götürmektedir. Bu düşünce, günümüz sosyoloji literatüründe “kültür ve medeniyet” terimleriyle ifade edilmektedir. İbni Haldun, Aristo’dan beri bilinen "insanın sosyal bir varlık olduğu, yalnız başına yaşayamayacağı’ "fikrini ifade ederek toplum halinde yaşamanın zorunluluğundan söz etmektedir.