Demokrasi Düşüncesinin Tarihsel ve Felsefi Temelleri
Demokrasi çok genel anlamıyla halk yönetimi olarak ta nımlanır. Halkın kendisiyle ilgili kararlarda, devletin şekillenmesinde ve yönetiminde söz sahibi olması koşulu, başlangıçtan beri demokrasiyi tanımlayan önemli bir unsurdur.
Demokrasi tarihini, günümüzdeki modern biçimine ulaşıncaya değin demokrasi adına içinde çeşitli kırılmaların, engellerin ya da kayboluşların olduğu uzun bir süreç olarak görebiliriz.
Tarihsel süreçte demokrasinin klasik anlamda ilk görüldüğü ve bir yönetim sistemi olarak uygulandığı yer Antik Yunan’dır.
Atina'daki demokrasi, Yunan demokrasileri arasında en önemlisi, o zaman ve bugün de en iyi bilinenidir; siyaset felsefesi üzerinde kıyas kabul etmez etkisi olmuştur ve daha sonraları sıklıkla, halk katılımının, başka bir deyişle katılımcı demokrasinin ilk örneği olarak gösterilmiştir.
Platon ve Aristoteles dönemin siyasal görünümü ve demokrasi üzerine sistematik anlamda görüş bildiren düşünürlerdir. Özellikle Platon demokrasiye ilişkin eleştirileriyle bilinir.
Platon, hocası Sokrates’in ölümünden sorumlu tuttuğu bozuk devlet düzeninin ve politikanın nasıl ve hangi ölçülere göre iyileştirilebileceği sorusunu sormakta ve kendi alternatif ideal devlet modelini çizmektedir. Bu çaba aslında, Platon’un diğer devlet düzenleri yanında demokrasiye yaptığı eleştirileri de kapsamaktadır.
Kavimler göçü (375) ile başlayan ve İstanbul’un Fethi (1453) ile sonlanan Ortaçağ, ilkçağdan toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel anlamda tümüyle farklı bir çağdır. Çağın özelliklerini betimleyen ana düzen Batı Roma imparatorluğunun yıkılmasından sonra ortaya çıkan feodalizm ya da feodal üretim düzenidir.
Ortaçağ boyunca otorite, boyun eğme ve itaat çağın ruhunu belirleyen en temel kavramlardır. Ortaçağda kilise ve ruhban sınıfın egemenliği skolastik düşünceyi sosyal yaşamın tüm alanlarında hâkim kılmış, insanlar yüzyıllarca bu düşüncenin biçimlendirdiği sınırlayıcı toplumsal ve kültürel koşulların baskısı altında yaşamışlardır.
Bu durum farklı bir sınıf olarak burjuvazinin güçlenmesi ve kapitalizmin gelişmesine kadar bu şekilde devam etmiştir. 15. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan kapitalizmle birlikte önce Rönesans ve Reform hareketleri, daha sonra ise felsefe ve bilimdeki gelişmelere hız kazandıran Aydınlanma Dönemi ile birlikte Ortaçağın ruhu değişmeye başlamış, bu dönemden itibaren sosyal, kültürel ve siyasal yaşamda önemli dönüşümler gerçekleşmiştir.
Modern dönemin temelleri, 15. yüzyıldan başlayarak gelişen kapitalizm odaklı dönüşümler ve 18. yüzyılda zirveye ulaşan Aydınlanma düşüncesiyle atılmıştır. Bu anlamda Aydınlanma dönemi entelektüel ve toplumsal bir mayalanma dönemidir. Modernlik ise, söz konusu mayalanmanın sonuçlarının yaşandığı bir süreçtir.
Modern dönemde bu gelişmeler karşısında Ortaçağ’da âdeta unutulan demokrasi yeniden hatırlanmış ve siyasal dönüşümler neticesinde oluşan ulus-devletlerin yönetimsel dayanağı haline gelmiştir.
Demokratik toplumsal sistemin ortaya çıkması için aydınlanma, endüstrileşme ve bununla bağlantılı olarak oluşan liberal bir ekonomik ve siyasal düşünce sisteminin oluşması gerek miştir.
“Toplum sözleşmesi” düşüncesi değişen koşullarda insanın özgürlüğüne, eşitliğe ve devletin nasıl yönetilmesi gerektiğine ilişkin temel arayışlarının bir sonucudur ve demokrasi açısından en önemli örneklerini Hobbes, Rousseau ve Locke vermişlerdir.