Demokrasi ve Sivil Toplum

Alain Touraine’e göre, demokrasi için; insan hakları, azınlıkların korunması, devletin ve ekonomik iktidar merkezlerinin iktidarının sınırlandırılması gerekir. Siyasal kurumlar bağlamında demokraside üç ilke önem arzeder: İktidarın saygı duyması gerektiği temel hakların kabulü, yöneticiler ve siyasetlerinin toplumsal temsiliyeti ve yurttaşlık, yani hukuk üstüne kurulu bir topluluğa aidiyet bilinci . Bu bağlamda, demokrasi; çoğulculuk, şeffaflık ve katılımcılık temelinde işlevsel olan bir sistemdir.

Demokrasi, yurttaş halkın egemenliğinin yasalara itaat ile kendiliğinden sınırlandırılmasını ve egemenliğin seçilmişlere aktarılmasını içerir. Aynı zamanda, demokrasi, güçler ayrılığını, bireysel hakların güvence altına alınmasını ve özel yaşamın korunmasını sağlar. Bu bağlamda, demokrasi, fikirlerin ve çıkarların çeşitliliğini varsayar. Çeşitliliğe saygı, demokrasinin, çoğunluğun azınlıklar üzerindeki diktatörlüğüyle bir tutulamayacağını dile getirir. Dolayısıyla demokrasi azınlıkların ve muhaliflerin var olma ve kendilerini anlatma hakkını kapsamalı ve aykırı fikirlerin anlatımına izin vermelidir.

Kentleşme, keşifler, Rönesans ve Reform hareketleri, Sekülarizasyon, Aydınlanma Çağı, Pozitivizm, Milliyetçilik, Liberalizm gibi tarihsel toplumsal dönüşümler, demokrasinin gelişimini etkileyen önemli aşamalardır. Bu gelişim çizgisinin hâkim özelliği, demokrasinin vazgeçilmez özelliği olan “aktif halk” olgusunu ortaya çıkarmasıdır.

Sivil toplumun devlet alanı dışında ayrı bir alan olarak kabul görmesi 18.yüzyıldan sonra olmuştur. Aristo ile başlayıp modern toplumdaki doğal hukukla devam eden geleneğe kadar sivil toplum kavramı, devletle özdeş anlamda kullanılmıştır. Sivil toplum bireylerin, kamusal alanda bir dizi hak ve yükümlülüklerle donatıldıkları bir alan olarak kabul ediyordu. Bu tanım, 18. yüzyılda sözleşmeci düşüncelerin de temelini oluşturmaktadır.

Sivil toplum ile devlet arasındaki ayrımı, ilk defa 1821 yılında yazdığı “Hukuk Felsefesi” adlı eserinde Hegel yapmıştır. Hegel’de sivil toplum, ailenin diyalektik bir gelişmeyle devlete varmasında aracı bir basamak olarak gelişmektedir.

Sivil toplumun modern içeriğini oluşturan unsurlar şunlardır:

(a) Çoğulculuk (plurality),

(b) Kamusallık (publicity),

(c) Özellik (privacy) ,

(d) Yasallık (legality).

Devlet ve sivil toplum arasındaki demokratik ilişki, mantıksal olarak ancak hiçbir toplumsal kesimin hâkim iktidar olmamasıyla; dolayısıyla hiçbir hâkim ideolojinin (ya da tek hakikatin) rehberliğine ihtiyaç duyulmamasıyla mümkün olabilir. Bu anlamda, sivil toplum içindeki topluluklar için çoğulculuk, onların birbirine karşı özerkliklerini; kamusallık, birbirlerine karşı sorumluluklarını; özellik, birbirlerine karşı bireyselliklerini; yasallık ise tabi olacakları ortak çerçeveleri sağlar.

Herhangi bir sivil toplum örgütünün diğer sivil toplum örgütlerine ve global olarak topluma karşı, kendi çıkar ve amaçlarını üstün kılmaya çalışması, toplumda bunalım yaratmaktadır. Bu durum, Karl Popper’in açık toplumun problemlerinden olduğunu ifade ettiği, “Demokrasi Paradoksu”na yol açabilir.

Toplumu oluşturan bireylerin, kendi yönetimlerinde söz sahibi olmaları yöntemini içeren demokrasi, modern zamanlarda sivil toplum örgütleri ile işlevsel hâle gelmektedir. Kentlileşme ve modernleşme sürecinde birey, sivil toplum örgütlerinde aldığı rol ve sorumluluk ile demokrasinin de gelişmesini sağlamaktadır. Açık toplumlarda, sivil toplum örgütleriyle birlikte demokrasi, problemsiz sürmektedir. Ancak henüz tam anlamıyla kentlileşememiş ve modernleşememiş Dolayısıyla cemaat ve kabile yapısının hâkim olduğu doğu toplumlarında, sivil toplum örgütleri gerektiği gibi gelişememiştir. Dinsel, etnik, ideolojik vb. cemaat yapılarında bireyler, patronaj ve nepotizm ile toplumsal ilişkilerini sürdürmektedir. Toplumun sosyal ve kültürel yapısı, himayeciliği ve kayırmacılığı beslemektedir. Ancak patronaj ve nepotizm, demokrasi ve sivil toplum örgütlerinin gelişmesinde en önemli engelleri oluşturmaktadır.

Türkiye, hem tarım toplumu, hem sanayi toplumu hem de bilişim toplumunun birlikte yaşandığı arafta bir toplumdur. Sanayi Devrimi'ni 150 yıl geriden izleyen, dolayısıyla tarım toplumu ve geleneksel kültürden sanayi toplumu ve modern kültüre geçme sancıları çeken, aynı zamanda küreselleşme ve bilişim toplumu ve postmodern kültürün de etkisinde kalan bir ülkedir. Nüfusunun % 85'i kentlerde yaşayan, köyün ve köylülüğün çözüldüğü, ancak kente göç edenlerin kentin modern kültürüne ve kaotik yapısına uyum sağlamakta güçlük çektiği bir ülkedir.

Sosyal ve kültürel genetik kodlarından gelen "cemaat" yapısı sivil toplum örgütleri örüntülerinde de kendini göstermektedir.