Demokrasi Kuramları ve Türleri

İnsanoğlu belirli bir siyasî teşkilatla bir arada yaşamaya başladığından beri daha iyi yönetimle ilgili usuller geliştirmiş, daha iyi bir hayatı mümkün kılacak yönetimin hiyerarşik yapısı ve ilkeleri üzerinde kafa yormuştur. İsmi demokrasi olarak konmasa bile müşterek kaderi ortaklaşa inşa etme isteği ve arzusu çeşitli tarzlarda kurumsallaştırılmıştır.

İnsanın ideal bir yönetim arayışının sonucu olarak ortaya çıkmış bulunan demokrasi; olgu, kuram, ideal ve projeden oluşan farklı boyutlara sahip bir kavramdır. Demokrasinin tanımlarında ve tarihî süreç içerisinde geçirmiş olduğu aşamalarda da görüldüğü gibi birbirinden farklı ve hatta kısmen tezat teşkil eden kuramlar ve türler söz konusudur. Bu kuram ya da türler kişisel yorumlama, sahip olunan dünya görüşü ve inanç, bilimsel -düşünsel birikim, toplumsal kapasite, ihtiyaç ve talepler, demografik yapı, iktisadî güç ve kapasite gibi faktörlere bağlı olarak farklılaşmaktadır.

Demokrasiye dair kuramlar uzun soluklu bir süreçte inşa edilmiştir. Liberal demokrasi ve sosyal demokrasi olmak üzere belli başlı iki temel kuramdan söz edilebilir. Liberal demokrasi kuramı temelde birbiriyle çatışan iki kavramın yan yana gelmesiyle vücut bulmuştur. Ancak zamanla liberalizmin seçkinciliği ile demokrasinin katılımcılığı bazı ortak ilkeler istikametinde uzlaştırılmıştır.

20. Yüzyıldan beri demokrasiye ilişkin liberal kuramlar, rıza ve katılımdan ziyade toplumda daha fazla uzlaşma ihtiyacını vurgulama eğilimine girmişlerdir. Evrenselci yaklaşımdan çoğulcu anlayışa geçiş yaşanmaktadır. Çoğulcu yaklaşım, esas siyasî aktörlerin bireyler değil, örgütlü gruplar olduğunu ileri sürmüş ve modern sanayi toplumlarını, çatışan çıkarların belirlediği büyüyen bir karmaşa olarak tanımlamıştır. Böylece değer çoğulluğu, kültürel haklar ve çok kültürlülük ekseninde belirlenen bir liberal kuram inşa edilmeye çalışılmıştır. Robert Dahl ile birlikte “poliarşi” ismi verilen liberal demokrasinin ilkeleri yeniden belirlenmeye çalışılmıştır. Bu süreç klasik liberalizmin sorgulanmasıyla alternatif kuram arayışına varmış ve müzakereci demokrasi kuramı ortaya çıkmıştır. Bu kuram karşılıklı müzakereyi temel alan ve hem özgürlük hem de eşitliğin bir arada var olabileceğini iddia eder.

Diğer taraftan liberal kuramlar karşısında sistemi ıslah etme gayesiyle ortaya çıkan sosyal demokrasi, özellikle 1980 sonrası yürütülen politikalar karşısında gerilemeye maruz kalmıştır. Klasik sosyal demokrasinin liberalizm karşısındaki konumlanışı son bulmaya başlamış, liberal ilkeleri de içeren “üçüncü yol” adıyla yeni bir kuram oluşturulmaya çalışılmıştır. “Küresel çağda küresel talepler olmalıdır” görüşünden hareketle küresel ölçekli bir kuram oluşturulmaya çalışılır.

Yeni kuram arayışlarının bir ürünü olan radikal demokrasi de küresel ölçekli bir projeyle kendini gösterir. Halktan başka hiçbir meşruluk kaynağını kabul etmeyen bu kuram, özellikle farklılıkların politik arenada kendini göstermesi üzerinde odaklanır.

Bir başka kuram da “güçlü demokrasi” nitelendirmesiyle ifade edilir. Güçlü demokrasi katılımcı siyasetle tanımlanır: Tam anlamıyla, vatandaşlar adına temsili yönetimden ziyade vatandaşların öz yönetimidir. Etkin yurttaşlar kendi kendilerini yönetirler.

Demokrasi kuramsal çeşitlilikte olduğu gibi uygulamada da çeşitli türler içerir. Temel olarak doğrudan, yarı doğrudan ve temsilî olmak üzere üç temel tür vardır.

Doğrudan demokrasi, küçük siyasî birimlerde uygulanabilir. Zira bu tür, yönetimde aracı veya temsilci kabul etmeyip, doğrudan vatandaşın katılımını esas almaktadır. Doğrudan demokrasi, halkın egemenliği bizzat, aracısız kullanmasıdır. Büyük ölçüde Atina demokrasisi modelinden kaynaklanan ve 19. yüzyıla kadar devam eden bu anlayışta halkın katılımı idealize edilmektedir.

Doğrudan demokrasinin kökeni halk egemenliği ve egemenliğin devredilmezliği ilkesine dayanmaktadır. Özellikle Rousseau’nun düşüncelerinin doğrudan demokrasi anlayışlarına temel teşkil ettiği söylenebilir. Zira Rousseau’ya göre demokrasi, insanların özgürlük ve otonomilerini elde etmelerinin en önemli aracıdır. Vatandaşlar, toplumsal hayatlarını sadece doğrudan ve sürekli siyasî katılımla özgürce şekillendirebilirler.

Yarı doğrudan demokrasi ise egemenliğin kullanılmasının halk ile temsilcileri arasında paylaştırıldığı demokrasi tipidir. Yarı doğrudan demokraside, bir taraftan egemenliğin kullanımı, halkın seçtiği temsilcilere bırakılmaktadır; diğer taraftan da seçmenler, çeşitli araç ya da kurumsal yollarla egemenliğin kullanılmasına doğrudan katılmaktadırlar. Dolayısıyla yarı doğrudan demokrasinin, temsilî ve doğrudan demokrasinin birleşimi olduğunu söylemek mümkündür.

Üçüncü tip olan temsili demokrasi ise vatandaşların topyekûn katılımının mümkün olmadığı geniş ölçekli siyasi birimlerde uygulanmaktadır. Temsili demokrasi, millete ait olan egemenliğin milletin seçtiği temsilciler aracılığı ile kullanılmasıdır. Fakat bunun nasıl gerçekleştirileceği tartışma konusudur. Bazıları temsilcilerin birikim veya kararlarını kullanarak kendi başlarına düşünmeleri gerektiğini; diğerleri temsilcilerin seçim vaatlerini yerine getirmek için seçmenlerden yetki aldıklarını; diğer bazıları ise temsilcilerin temsil etmeyi amaçladıkları gruplara benzemeleri veya onlardan biri olmaları gerektiğini düşünmektedirler. Temsili demokrasinin aslî aracı seçimdir. Ancak bu demokrasinin seçim sandığıyla sınırlandırıldığı anlamına gelmez. İki seçim dönemi arasında vatandaşlar farklı usuller ve kurumlar aracılığıyla katılımlarını devam ettirirler. En yaygın görülen uygulamadır.