Çocuk ve Çocukluk Kavramlarının İletişim Kavramı ile İlişkisi

Bir çocuğun ve çocukluğun görülemeyen birçok özelliği vardır. En basit haliyle çocukluk, tüm kültürlerde ve tüm toplumlarda insan yaşamının erken evresi olarak kabul edilir. Çocuk ve çocukluk dönemi esasında hemen hemen her bireyin geri dönmek istediği ve imrendiği bir dönemdir. Tarihsel süreç içerisinde, çocuk ve çocukluk kavramlarının tanımı toplumsal, sosyal ve kültürel değerler ile birlikte sürekli değişmiş ve yeniden şekillenmiştir. Çocukluk dünya üzerinde bulunduğu coğrafyaya, kültürlere, tarihsel sürece göre de değişiklikler gösterebilmektedir.

Çocuk ve çocukluk tanımlarında önemli olan faktörler ikiye ayrılır. Bunlar yaş faktörü ve yetişkinlik faktörüdür. Yaş faktörü, birçok çağdaş toplumda, özellikle batı toplumlarında, bireyin hayatında geçen yıllar temel yaş kaynağı olarak hesaplanır. Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme‘ye (UNCRC) göre, on sekiz yaşın altındaki herkes çocuk olarak görülmektedir. Yetişkinlik, çocuk ve çocukluğun ‘henüz yetişkin olmama’ durumu, bir tür kusurlu olabilme ve bu kusurların hoş görülebilmesi amacıyla toplumun geliştirdiği bir tanım olarak ifade edilebilmektedir.

Çocukluk kavramı toplumsal, sosyal ve kültürel değerler ile birlikte tanımı sürekli değişkenlik gösteren bir kavram olarak şekillenmiştir. Küçük çocukların, daha çok da bebeklerin hiçbir değerinin olmadığı Ortaçağ’dan günümüze gelene kadar çocuğun değeri farklılaşarak bugünkü anlamına ulaşmıştır. Ariès, Ortaçağ toplumunda bir çocuğun, annesinin veya bakıcısının sürekli ilgisi olmadan yaşayabildiği anda yetişkin olarak kabul edildiği kanısının hakim olduğunu ortaya çıkarmıştır. Tarihte geriye doğru gidildikçe, çocuk bakımı düzeyinde önemli bir düşüş olduğunu ve dolayısıyla çocuk ölümlerinin, çocukların terk edilme, şiddet görme, terörize edilme olasılıklarının yükseldiğini ifade etmektedir. Bugün çocuğa ihmal ve istismar olarak nitelendirilen birçok davranışın Avrupa ve Amerika'da geçmiş yüzyıllarda normal ve kabul görmüş davranışlar olduğu belirtilmektedir.

İkinci dünya savaşının çocuklara olan etkisi ve çocukların mağduriyetinin yoğun biçimde görülmesi ile başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkenin çocuklar konusunda daha hassas hareket etmeye başladığı ifade edilebilir. Bu dönemde çocuğun toplumdaki konumu hakkında birçok hareket başlatılmıştır. Bilimsel alandaki ilerlemeler, insan hakları konusunda yapılan çalışmalar ve gelişimsel bakış açısının ortaya çıkması ile çocuğa ait bütün tanım ve kavramlar değişim geçirmiştir.

Uluslararası alanda çocuk haklarının korunmasına dair ilk gelişme, 1924 yılında Milletler Cemiyeti Genel Kurulu tarafından “Çocuk Hakları Cenevre Bildirisi”nin kabul edilmesi ile birlikte gerçekleşmiştir. Çocuk hakları konusu ilk kez 1989 yılında Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanmış Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde ele alınmış, bu sayede çocuk kavramı ilk kez alan yazında ve toplumsal bakış açısında hak ettiği karşılığı bulmaya başlamıştır. Günümüzde kurulan ‘Çocuk Hakları Komitesi’ ile birlikte uygulamaya konulan bu hakların denetimini oluşturmak ve taraf devletlerin üstlendikleri yükümlülükleri yerine getirme ve bu konulardaki incelemeleri kaydetme görevlerini yerine getirmektedir.

Avrupa’da yaşanan Sanayi Devrimi ile birlikte, Osmanlı’da da birçok konuda değişiklik görülmüştür. Bu değişim çocuk ve çocuklar ile ilgili alanda da gerçekleşmiş, hem toplumsal hem de eğitim öğretim faaliyetleri açısından farklılıklar ortaya atılmıştır. Önceleri çocukların gerçek hayata dair bilgi almalarını engelleyen eğitim sistemi, sadece okumak, yazmak ve birkaç hesaplama yöntemini öğretmekten ibarettir. Çocukların, gerçek hayata dair bilmesi gereken bilgilerin öğretimini daha çok aile üstlenmekte, sosyal yaşama adaptasyonu, ev işleri, gelenek görenek gibi konuları çocuk evinde ailesinden öğrenmektedir. Sanayi Devrimi ile birlikte fabrikaların ortaya çıkışı, çocuklar için farklı bir yaşamın başlamasının da kapılarını aralamıştır. Ailenin korunaklı ortamından uzaklaşmak durumunda kalan çocuk, onu hayata hazırlayan temel eğitimleri noktasında eksiklik yaşamaya başlamış ve o dönemin eğitim sistemi imdadına yetişmiştir. Çocuğun daha önceleri aile içerisinde aktif katılım göstererek öğrendiği birçok şey, eğitim programına alınarak çocuk geleceğe hazırlanmaya çalışılmaktadır. Resim, el işleri, müzik, yemek pişirme, görgü kuralları gibi dersler eğitim programlarında yer almaya başlamıştır.

Cumhuriyet sonrası dönemde, uluslararası bir mesele halini alan çocuk hakları ile ilgili ilk adımı atan ülkelerden biri olan Türkiye, 1924 yılında Milletler Cemiyeti Genel Kurulu tarafından yayımlanan Çocuk Hakları Cenevre Bildirisini kabul etmiştir (Akarslan,1998). Bu gelişme sonrası sınırlı sayıda ülkenin katılımı ile gerçekleştirilen Balkan Kongrelerinde ve 1948 yılında imzalanan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne de imza atarak çocukların haklarını güvence altına alma konusunda taraf olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, Çocuk hakları konusunda 1989 yılında Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzalayan ilk devletlerden biri olma özelliğini de taşımaktadır.

Çocuk ile kurulan iletişimde sürecin merkezinde çocuk olduğu göz önünde bulundurulursa, muhtemel iletişim kazalarının önüne geçilerek, alternatif iletişim yolları bulmakta kolaylık sağlayacak bakış açısının geliştirilmesine yardımcı olacaktır.