Çalışma İlişkileri Kuramları
Çalışma ilişkilerini anlamak için sanayi devriminden bu yana farklı anlayışlar ortaya koyulmuştur. Bu anlayışlar çalışma ilişkilerine bütüncül bakan ve belli varsayımlardan hareketle çalışma ilişkilerini tanımlayan anlayışlardır. Bu anlayışlar bazı konularda varsayımlar ve vardıkları sonuçlarla örtüşmekteyken bazı konularda bunlardan ayrışmaktadırlar.
Üniter anlayış bütün diğer aktörleri dışarıda bırakacak şekilde çalışana karşı babacan bir yöneticiye odaklanmakta ve çalışanı verimliliğin sağlanması adına yöneticiye koşulsuz tabii olan, işletmesine bağlılık gösteren ve bunun dışında sendikal vb. eylemler üretmeyen biri olarak ele almaktadır.
Çoğulcu anlayış farklı aktörlerin kendi çıkarları adına hareket ettiğinden hareketle çalışma ilişkileri alanının düzenlenmesinin bu çıkar gruplarının toplu görüşmeler yolu ile müzakeresine bağlı olduğunu öngörmektedir.
Radikal anlayış ise diğer toplumsal süreçler gibi çalışma ilişkileri alanında da temel sorunun sınıflar arasında eşitsizliğe dayalı çatışma olduğunu belirtmektedir. Sınıfsız bir toplum yaratılması konusundaki Marksist hedeflerin çalışma ilişkilerinin geleceğini de belirleyeceği düşünülmektedir.
Sistem yaklaşımı çalışma ilişkileri gibi sosyal sistemlerin alt birimlerini analiz imkânı vermektedir. Her bir alt sistemin bir diğeri ile ilişkileri ve bu ilişkilerin yoğunluğu ile sınırları bu anlayış kapsamında daha net görülebilmektedir. Girdi-süreç-çıktı düzlemi de çalışma ilişkileri alanını meydana getiren aktörler, eylemler ve kuralları sistematik olarak anlamaya olanak sağlar.
Liberal kolektivist görüş devletin çalışma ilişkilerindeki rolünü daha önemsiz görmekte buna karşın işçi-işveren ilişkileri çerçevesinde çalışma alanının düzenlenmesini önemsemektedir. İşçi-işveren kesimlerinin doğrudan görüşmesi ve iletişime geçmesi beklenmektedir ve bunun için de toplu görüşmeleri çok ön plana çıkarak bir anlayıştır.
Korpotarist anlayış devletin rolüne odaklanmakta, ulusal düzlemde çıkarlar için işçi-işveren arasındaki ilişkiye aktif müdahalesini öngörmektedir.
Sosyal eylem teorisi sistem teorisini onun eksik bıraktığı bireysel tutumlar ve aktörlerin rolü açısından tamamlamaktadır.
Mobilizasyon teorisi ise makro ilişkilerin altında özellikle ortak eyleme geçen bireylerin bireysel etkileşimlerinin rol oynadığını ve belirleyici olduğunu tartışmaktadır.
Üretilen teorilerin odaklandığı koşullar ve temel varsayımlar çalışma ilişkileri alanının belli bir gelişmişlik düzeyine atfen açıklanabilir. Yani, her bir teori farklı bir gelişmişlik düzeyi gösteren bir çalışma ilişkileri alanı öngörmektedir. Bunun yanında, güç kavramı etrafında örüntülenen ilişkiler örgütsel alandan endüstriyel alana değin inceleme konusu edilmektedir. Yani, bu teorilerde ele alınan güç ilişkilerinin bir ucu örgütsel ilişkiler alanı ve örgütsel davranış iken diğer ucu endüstriyel ilişkiler alanıdır. Son dönemde görülen küreselleşme ve bunun karşısında bireyselleşme eğilimleri çalışama ilişkileri süreçlerine daha birey merkezli bakan yaklaşımları öne çıkarmaya başlamıştır.
Geliştirilen teorilerin çoğu, çalışan kesime veya işveren kesimine birer sosyal sınıf nazarı ile bakmakta ve bu kesimleri bütüncül bir yaklaşımla değerlendirmektedir. Günümüzde ise özellikle kolektif eylemlerin gözden düşmesi ile daha bireyci bir anlayışın geliştiği görülmektedir. Bununla birlikte de, çalışma ilişkilerine daha birey odaklı olarak bakan İnsan Kaynakları Yönetimi anlayışının hâkim olduğu açıktır. Bu anlayış birey olarak çalışanı kendi haklarını koruma konusunda yegâne aktör olarak görmekte, buna karşılık bu aktörü memnun etmenin işgücü verimliliğinin koşulu olduğu gerçeğini de sermayedara/işverene unutturmamaktadır.
Bunun yanında bu gelişmeyi, endüstri ilişkileri alanında sendikacılık, toplu pazarlık ve hukukî düzenlemelerden oluşan kuramsal çerçevenin önem kaybetmesine bağlı olarak, bireyin bağlılığı, performansı, davranışının açıklanmasına odaklanıldığı şeklinde değerlendirebiliriz.