Değişen Dünyada Çevre

Günümüz gündemini oluşturan önemli konulardan biri de çevre sorunlarıdır. Yakın bir gelecekte kuraklık ve ardından gıda kıtlığı yaşanacağı endişesi, küresel ısınmanın her geçen gün biraz daha artmasıyla tüm dünyada büyük ve tehlikeli değişimlere yol açacak ciddi iklim değişikliği uyarıları, hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üstüne daha fazla çıkmaya başlamasıyla büyük orman yangınlarının baş göstermesi, kapitalist sistemin ihtiyaç duyduğu üretim miktarını karşılayabilmek amacıyla doğal kaynakların tahrip edilerek sömürülmesi ve yaban hayvanlarının dahi gıda sektörüne dahil edilmesi sonucu yeni virüslerin pandemik etkileri, ekolojik dengenin bozulmasına yol açacak aşırı avlanmaların yaratacağı eko-sistem bozukluğu riskleri gibi daha pek çok çevre sorunu ile bugün insanlık yüz yüzedir. Bütün bu sorunlara dünyanın pek çok yerinde toplumsal tepkiler çevre hareketi olarak örgütlenmeye, farklı politik, coğrafi, kültürel, dinsel, ekonomik, sınıfsal kesimlerden ekolojinin geleceğine dair yorumlar, endişeler, çözüm önerileri, politika ve eylem çağrıları hızla yükselmeye başlamıştır. Sosyoloji de doğal olarak bu konu üzerine düşünmekte ve sosyoloji literatüründe doğa-toplumçevre sorunları ilişkisi üzerine kuramlar geliştirmektedir. İnsanın doğa ile kurduğu ilişkinin tarihsel gelişim çizgisine bakılarak sosyolojik çıkarımlarla sorunun temel nedenleri tespit edilmeye çalışılmaktadır. Kısacası çağdaş toplumsal süreçlerin önemli kısmını, çevre sorunlarına ilişkin tartışmaların aldığı söylenebilir.

Binlerce yıldır dünya üzerindeki yaşam serüveninin başlarında avcı-toplayıcı toplum tipinde hakim/egemen doğa paradigması doğayla eşitlik ilişkisi kurma hatta doğaya kutsiyeti nedeniyle saygı duyma şeklindeydi. Tarım toplumunda doğa paradigması yavaş yavaş yerini doğa ve insan arasındaki ilişkide insanı daha hakim ve güçlü görmeye başlayan bir anlayışa doğa evrilmeye başladı. Sanayi devrimi ve sonrasında insan, doğadan elde ettiği ham maddeleri yani doğal kaynakları işleyerek ve başta fosil yakıtlar olmak üzere doğal enerji kaynaklarını kullanarak yeni ürünler üretti. Böylece insan, doğa ile kurduğu ilişkide önceki iki dönemden oldukça farklı bir noktaya gelerek, artık doğayı kutsal kabul eden ve kendisini doğanın bir parçası kabul eden bakış açısından, kendisini doğanın hakimi ve sahibi kabul eden bir düşünme tarzına geçti. Bu düşünce tarzı, insanın kentsel yaşam biçimiyle doğadan uzaklaşmasına, doğaya yabancılaşmasına neden oldu. Sanayi devrimine eşlik eden kapitalist ekonomik sistem de doğal kaynakları kullanarak üretmeyi ve ürettiklerini tükettirmeyi hedefleyen mantığıyla doğayı yalnızca bir hammde ve üretim kaynağı olarak görmekte en uç noktayı oluşturdu. İşte çevre sosyolojisinin çoğu teorisyenine göre, çevre sorunları, modern doğa paradigmasının, doğayı değil insanı merkeze koyan ve insanın çıkarları için doğanın tahribini meşru gören bütün bu süreçlerin neticesinde baş göstermeye başladı ve bu sorunlar zaman içerisinde küreselleşerek bütün dünyanın başat sorunu haline geldi.

Özellikle 1970li yıllardan itibaren hava ve su kirliliği başta olmak üzere gözle görünür bir hal alan çevre sorunlarına toplumsal tepkiler doğmaya ve yeni sosyal hareketler niteliğinde pek çok kesimden, dinden, yaşam tarzından ve sosyo-ekonomik sınıftan çevre hareketleri kendilerini göstermeye başlamıştır. Bütün bu gelişmeler karşısında elbette sosyoloji kendi gözlemlerini yaparak araştırma ve tartışmalara başlayarak çevre sorunlarıyla ilişkili toplumsal yönleri inceleyen çevre sosyolojisini kurmuş, bugüne kadar ciddi bir literatür oluşturmuş ve bu sorunların yalnızca ekoloji, mühendislik, biyoloji gibi alanları ilgilendirmeyen toplumsal yönü ağır basan çok katmanlı yönlerine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda çevre sorunları ve çevre sosyolojisindeki gelişmeler, çağdaş toplumsal süreçlerin en önemli alanlarından birini oluşturmaktadır.