Sosyalizm ve Marksizm

Tıpkı liberalizmin feodalizme tepki olarak ortaya çıkması gibi, sosyalizmde özel mülkiyet ve piyasa ekonomisine dayanan kapitalizme bir itiraz olarak geliştirilmiştir. Genel olarak sosyalizm, özel mülkiyetin ve gelir dağılımının, kapitalizm şartlarında piyasa güçlerinin serbest işleyişi yoluyla belirlenmeyip toplumun denetimine bağlı tutulduğu toplumsal örgütlenme sistemi ve ideolojisidir.

Sosyalizm analiz edildiğinde üç temel kavrayışa ulaşılır. Bunlardan ilkine göre sosyalizm, kapitalizme alternatif planlamacı bir ekonomi modeli olarak değerlendirilir. İkinci kavrayışa göre sosyalizm, işçilerin siyasi ve iktisadi yararlar elde etmelerini sağlayacak programlar sunan işçi hareketlerinin bir aracı olarak ele alınır. Üçüncü olarak, geniş anlamıyla sosyalizm, belirli bir takım düşünce, değer ve teori kümesiyle ayırt edilen siyasi bir ideoloji olarak değerlendirilir. Buna göre sosyalizm; toplum, işbirliği, toplumsal eşitlik, sosyal sınıf ve ortak mülkiyet gibi beş temel unsur üzerinden tanımlanır.

İnsanın toplumsal bir doğaya sahip oluşundan hareket eden sosyalizm, insani ilişkileri rekabete göre değil de işbirliği esasına göre düzenlenmeyi amaçlar. Liberaller, insanın yapısında bulunan rekabetin hem beceri ve yetenekleri geliştirdiği hem de daha çok çalışmayı teşvik ettiği için olumlu olduğunu düşünürler. Sosyalistler ise rekabetin bireyleri karşı karşıya getirdiğini ve insanın toplumsal doğasıyla çatıştığını ileri sürerler.

Toplumsal eşitlik inancını taşıyan sosyalizm, sonuçların eşitliği ile karakterize edilir. İnsanların kendilerini diğer insanlarla özdeşleştirmelerini teşvik eden toplumsal eşitlik, toplumsal istikrar ve bütünlüğün temelini oluşturur.

Kapitalizm, kitlesel eşitsizliklere neden olan, sorumsuz, ekonomik yapıyı istikrarsızlaştıran, doğal kaynakların hızlı bir şekilde sömürülmesine neden olan bir sistemdir. Sosyalistler, eşitsizliğin ve toplumu yozlaştıran bir etkiye sahip olan rekabetin köklerini kapitalist mülkiyet anlayışında ararlar.

Genel olarak tek bir sosyalizmden bahsetmek mümkün değildir; zira diğer ideolojilerle örtüşen bazı sosyalizm türlerinden söz edilebilir. Saf bir ideoloji ya da doktrin olamaz. Sosyalizm, çeşitli ekoller tarafından farklı şekillerde yorumlanan zengin bir argümanlar ve değerler bütünüdür. Bu bağlamda Marksizm, sosyalizm ailesine ait bir ideolojidir.

Marks’a göre emeğin, yalnızca bir tüketim malına indirgendiği kapitalist sistemde çalışmanın kişiliksizleştirilmiş bir faaliyet haline gelmesi, insanı özüne yabancılaştırılır. Bu süreçte işçiler, kendi emekleri ile elde ettikleri ürünlere, kendi emek süreçlerine, kendi iş arkadaşlarına ve sonuçta kendilerine yabancılaşırlar.

Marksizm uygulamada, iki Sovyet lider, V. I. Lenin (1870- 1924) ve Joseph Stalin (1878- 1953) ile Sovyet komünizminden ayrı değerlendirilemez. Bu bakımdan 20. yüzyıl komünizmi daha çok Leninist doktrin tarafından restore edilmiş Ortodoks Marksizm olarak ifade edilir. Lenin’in liderliğini yaptığı Bolşevik Parti, Rusya’da iktidara el koyduktan sonra Marksizm’in öncü partisi olmuştur.

Yalnızca kapitalizme özgü olmayan yabancılaşma, temelde ahlaki ve felsefi bir ikilemdir. Tarih ise katı nesnel yasalara tabi olmayıp, aksine insanların esnek eğilimlerine ve yabancılaşmadan kurtuluşuna tabidir. Bilinç ve ahlaki inançların, insani olaylarda belirli bir rolü vardır. Bu doğrultuda Neo - Marksizm veya Modern Marksizm olarak ifade edilen bu düşünce Marks’ın fikirlerini yeniden düzenlemeye yönelik bir çaba olarak ortaya çıkar.

Farklı anlamlara işaret eden sosyal demokrasi kavramının esas anlamı Ortodoks Marksizm ile bağlantılıdır. Nitekim 19. yüzyılda kurulan Marksist partiler genellikle kendilerini sosyal demokrat partiler olarak tanıtmıştır. 20. yüzyılda ise pek çok sosyalist eğilimli parti de parlamenter yöntemleri benimsemiş ve sosyalizme barışçıl geçişe kendini adamıştır.