Genç Hegelciler: L. Feuerbach ve K. Marx
Geniş tanımıyla, metafizik ve diyalektik, estetik, siyaset ve toplum teorisi, teoloji ve din felsefesi alanında Hegelci düşünce geleneğinin Hegel’den sonra yaşamış olan çeşitli düşünürler ve araştırmacılar tarafından benimsenmesi suretiyle sürdürülmesidir.
Hegelcilik, Almanya’da yalnız felsefede değil; bütün kültür bilimlerinde ön planda olan bir akımdır ve bu akım 19. yüzyılın başları itibariyle çözülmeye doğru evrilmiştir. Hegelciliğin çözülmesi bir taraftan “olguculuğun” gelişmesiyle ilişkili iken, diğer taraftan okulun kendi içindeki karşıtlıklarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Hegelcilik, Almanya içerisinde ve dışarısında etkili olan bir akımdır. Bu düşünce, idealist felsefede etkin olduğu kadar materyalist felsefede de tesir sahibidir.
Almanya’daki Hegelcilik üç ana başlık altında ifade edilebilir:
Ortodoks Hegelcilik: Hegelci görüşü hiçbir değişikliğe uğratmadan aynen sürdürmeyi hedef hâline getirmiş tutumdur. En önemli temsilcileri, Rozenkranz, Fischer ve Zeller’dir.
Yeni Hegelcilik: Bir yandan Hegel’in idealizminin sürdürülmesi bir yandan da devletin en yüce amaç olarak görülmesidir. En önemli temsilcileri; Kroner ve Liebert’tir.
Sol Hegelcilik: Hegel’in diyalektik yöntem ve oluş kavramını benimserken idealizmini ve yerleşik kurumları yadsıyan tutumdur. En önemli temsilcileri, Feuerbach, Marx ve Stirner’dir.
Almanya dışında Hegelcilik ise, İtalya’da Benedetto Croce ve Giovanni Gentile, İngiltere’de Francis Bradley ve Bernard Bosenquet, ABD’de ise, Josiah Royce tarafından çok güçlü bir biçimde temsil edilmiştir. Fransa’da ise varoluşçu bir Hegel yorumu geliştiren Jean Wahl’den sonra Alexander Kojeve bir yandan Hegel ile Heidegger’in düşüncesini birbirleriyle uzlaştırmaya çalışırken; diğer yandan Phanemonologie’yi insanın her türlü yabancılaşmadan kurtuluşunu ilan eden bir bildiri olarak yorumlamıştır
Genç (sol) Hegelciler, Hegel felsefesini diyalektik bir yöntem olarak ele almış ve madde temelinden hareketle değerlendirmeye tabi tutmuşlardır.
Feuerbacha göre göre felsefe, töz arayışı değil; temel gerçeklik olan insanın kavranmasıdır.
Din ise, insan ruhunun rüyasıdır. Ama biz rüyada, hiçlikte ya da gökyüzünde değil; gerçeklik diyarında bulunuruz. Din, insanın güçlerini, özelliklerini özsel belirlenimlerini insandan uzaklaştırır ve onları bağımsız özlermiş gibi yüceltir. Oysa hepsi insana dair olanın ifadeleridir .
Marx’ın genel hatlarıyla ortaya koyduğu klasik anlayışın özü, kapitalizmin niçin sona ermeye mahkûm olduğu ve bunun yerini neden sosyalizmin (komünizmin) alması gerektiğini ortaya koyan bir tarih felsefesi olmasıdır. Marx ve Engels’in ifadesiyle, “Filozoflar sadece belirli yollarla dünyayı yorumlamışlardır; ne var ki asıl mesele, onu değiştirmektir”. Bu yüzden de Marx, kendi çalışmalarını hem bir toplum teorisi hem de sosyalist siyasi bir proje olarak görmüştür.
Marx ,materyalist felsefenin en önemli temsilcilerinden biridir. Düşünür, Hegel'in idealist felsefesini ters yüz ederek bir materyalist felsefe geliştirmiştir. Ona göre, üretim ilişkileri her türlü yapılanmanın ve hatta bilincin temel belirleyicisidir. Bu etki, kendini toplumsal yapılarda da göstermiştir.
Bu açıdan bakıldığında üretim ilişkilerinin diyalektik yöntemle şekillendirdiği toplumsal yapıları tarihsel olarak şu şekilde sıralamak mümkündür:
İlkel komünal toplumlar, antik toplum, feodal toplum ve burjuva toplumu.