XX. Yüzyılda Bilgi Sosyolojisi Alanında Gelişmeler

Bir alt-dal olarak bilgi sosyolojisinin doğuşu sosyolojinin bir bilimsel disiplin olarak kurumsallaştığı ve ilk döneme kıyasla bilimsel nesnesine daha çok yapısal sorunları kavramak amacıyla eğilebildiği bir döneme tekabül etmektedir. Artık sosyolojinin bir disiplin olarak meşruluğu değil bilimsel bilginin nesnesine( toplum) uygunluğu tartışılmaktadır. Sosyolojinin doğuş koşullarına nazaran bilimsel araştırma için zeminin daha sağlam olduğu bir dönemde bilgi sosyolojisinin doğuşu, sosyolojinin kurumsallığını meşrulaştırmaktan ve toplumsal çelişkileri aşmaktan ziyade normatif düzenlemeleri mesele edindiği dönemde vuku bulmuştur.

Frankfurt Okulu Aydınlanmacı aklın izleğinin dünya savaşları, kitle imha silahları ve kültür endüstrisini keşfettiği ve söz konusu felaketlerle aydınlanmacı aklın hiçbir çelişkiye sahip olmadığının bizzat deneyimlendiği bir dönemde doğmuştur. Eleştirel teori olarak adlandırdıkları teorik girişimlerinde söz konusu olayların izdüşümü pesimist bir tonda hissedilir. Totalitarizmin açık yahut sinsi bir biçimde özneyi nasıl temellük ettiğini sorun edinen okul mensupları doğrudan epistemolojik alanda eser vermese de kurdukları sentezle yeni bir bilgi anlayışı ortaya koymuştur. Özellikle klasik marksizmin vülger altyapıüstyapı çözümlemesini ilişkinin döngüselliğini keşfedip üstyapının çoğu noktada altyapıyı nasıll yeniden ürettiğini vurgulayarak aşmışlardır.

Marksist bir Amerikan sosyolog olan C. Wright Mills bilgi nin toplumallığı konusunda elit ve entelektüellerin önemine dikkat çeken ilk sosyologlardandır. Makro ve mikro çalışma alanları arasında kurulması gerek senkronizasyonu sosyolojide nesnesine uygun bilginin varlığı için elzem görmektedir. Bireysel olana dair kavrayışı tıpkı Frankfurt okulu gibi bilinçdışı süreçlere açıktır.

Paul Feyerabend bilgikuramsal anarşizm olarak adlandırdığı teorik serüveni boyunca Batı'nın modernist bilim anlayışını sert bir tartışmaya tabi tutmuştur. Görecilik anlayışıyla derin bir ilişki kuran düşünür bilimsel bilginin mutlaklaştırıldığı toplumumuzda dışlanan ve meşru görülmeyen bilgi biçimlerinin bilimsel olmayan bilgi olarak hiyerarşide alt sınıf olarak konumlandırılışının toplumumuz açısından ne gibi otoriter ve faşizan etkilerde bulunduğunu ortaya koymuştur. Feyerabend bilimsel faaliyetin özellikle toplumbilimlerinde ne gibi iktidar etkilerine haiz olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Ve bilimsel faaliyetin metodolojik elitizminin özgür düşünce için aşılması gerektiğini öne sürmektedir. Ona göre metodolojik ön belirlenimin olduğu tüm bilimsel çalışmalar özü gereği göreli olan bilgiyi tek bir mutlak bilgi için meşrulaştırma aldatmacasının dışavurumudur. Özgür bir bilim için toplumsal alan her türlü mutlakçı anlayış süreç ve kurumdan temizlenmelidir.

Postmodern bilgi kuramcıları yüzyılın deneyimininde paralelinde aydınlanmacı saiklerle aralarına bir mesafe koymuş ve bilimsel faaliyetin iktidar ilişkileriyle girdiği müphem ilişkiyi yok etmek adına bilimsel bilginin göreliliğine dikkat çekerek bilimsel çalışma ve söylemin kurumsallaşma arzusu tarafından nasıl yozlaşabildiğine işaret etmişlerdir.

Özellikle 1990’lardan sonra sosyal bilimler üzerinde hakimiyet kurmaya başlayan postmodern teoriler "geçerli bilgi", "nesnellik" ve "hakikat" anlayışı noktasında madalyonun diğer yüzünü göstermeye yöneldi. Aydınlanma sonrası yaklaşık 250-300 yıl süren aklın egemenliği sarsılıyor, Batı’da o vakte kadar geçerli olan epistemoloji anlayışları silkelendiği ölçüde dünyayı kavrama biçimi de değişime uğruyordu.