Aydınlanma ve Din

Aydınlanma akımı, siyasette ve düşüncede sekülerleşme sürecinin entelektüel düzlemde bir parçasıdır. Aydınlanma düşüncesinin dine yaklaşımının ortaya çıkışında, Orta Çağ Avrupası'nda Katolik Kilisesinin bu alanlardaki hakimiyetinin özgür düşünceye getirdiği kısıtlamalar ve bu hakimiyetle hesaplaşma iradesi etkilidir.

Bir egemen güç olarak Katolik Kilisesinin ve hakim norm çerçevesi olarak dinin rolünün dönüşüm süreci Aydınlanma düşüncesinin ortaya çıkışından önceye dayanır. Kilisenin siyasi kuvvetinin kısıtlanmasında, Avrupa'daki dinsel çeşitliliği artıran Reform hareketi, 30 Yıl Savaşlarıyla zirveye tırmanan din merkezli çatışmalar ve Vestfalya Antlaşması gibi birbirini takip eden olaylar belirleyici olmuştur. Kilisenin etkisi ve desteğiyle yerleşik mantalite kılınan skolastisizmin düşünceyi sınırlamaktaki ve dinin düşünce alanındaki etkisinin azalması süreci de 16. yüzyıldan itibaren Kopernik ve Machiavelli gibi etkili teorisyenlerin dinsel düşünce çerçevesini doğa bilimlerinde ve siyaset felsefesinde kıran yaklaşımlarıyla hız kazanır. Dinin politikada ve bilgi üretiminde etkisini kısıtlama motivasyonunda birleşen Aydınlanma düşünürleri, bu tarihsel bağlama ve entelektüel sürece yaslanır.

Aydınlanma düşüncesinin dine yaklaşımını üç temel mesele üzerinden incelemek mümkündür. Bunlar: (1) Tanrı kavramı, (2) din ve düşünce ilişkisi, (3) dinin toplumdaki işlevi ve rolü tartışmalarıdır.

Aydınlanma düşünürleri, ilahi güçlerin dünyanın işleyişinin ve doğa kanunlarının izahından ihraç edilmesi gayesinde buluşmakla birlikte ilahi gücün varlığı konusunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Bu görüşlerden en çok öne çıkan ikisi 'yaradancılık' (deizm) ve 'Tanrıtanımazlık' (ateizm) olmuştur. Deist düşünürler, ilahi bir gücün varlığını kabul eder; fakat bu aşkın gücün yaradılış sonrasında evrene ve onun işleyişine müdahale etmediğini öne sürerler. Ateistler ise ilahi bir gücün varlığını tümden reddedip, doğanın var olmak için bir dış gücün yaratımına ihtiyaç duymadığı fikrini benimserler. Bu iki görüşün dışında Spinoza, Tanrı ve doğa ayrımını ortadan kaldırdığı varlık anlayışıyla farklı bir yol sunar.

Düşüncenin ve bilginin, insan aklı ve tecrübesini aşan kaynaklardan arındırılmasını amaçlayan Aydınlanma düşünürleri, dinlerin bu alandaki otoritesini, bir kaynak olarak vahyi, açıklanamayanı açıklamak için mucizelere başvurmayı reddederler. Bu, düşüncenin sekülerleşmesi hedefinin temelinde yer alır.

Dinin toplumdaki yerinin ne olacağı konusundaki tartışmanın ilk meselesi, dinin toplum için gerekli olup olmadığıdır. La Mettrie gibi bazı materyalist düşünürlere göre ateist bir toplum mümkündür ve tercih edilmelidir. Buna karşılık Voltaire gibi bazı düşünürlere göre ise din topluma bir norm dizgesi sunar ve bu işlev ikame edilemez. Bu durumda dinin toplum içinde nasıl yaşanacağı yanıt bekleyen ikinci sorudur. Voltaire'in önerisi, ilkeleri ve inanç esasları insanın ortak paydası olan akıl tarafından belirlenmiş; mevcut dinlerin tartışmalı hurafelerinden ve mucizelerinden yoksun; tüm insanlığı birleştirebilecek bir 'doğal din'dir. Buna karşılık Locke'un çözümü ise 'inanç özgürlüğü'nün sağlanmasıdır. Çağdaş siyaset düşüncesinde ve politik kurumların sekülerleşmesinde büyük etkisi olan bu görüşün iki veçhesi vardır. Bir yandan, siyasi otorite sahipleri -yani hükümetler -din alanına karışmamalı ve 'doğru bir din'i zorla kabul ettirmeye kalkmamalı; diğer yandan, bireyler ve inanç grupları farklı inanışlara tolerans göstermeli ve çeşitliliği kabullenmelidir.