Aydınlanma ve İnsan

Bu bölümde Avrupa'da başlayıp dünyaya yayılan Aydınlanma hareketinin insana bakışı ele alınmış, bu bağlamda tarihsel kökenlerine değinilerek doğuş nedenleri ve ilkelerine değinilmiştir.

Hümanizmi doğuran üç önemli icat/keşif sebep sayılabilir, coğrafi keşifler, antik eserlere dönüş ve bilimsel/teknolojik icat/keşifler idi.

Yeni kıtaların keşfi, dünya ve insan tasavvurunu, ama özellikle dünya -insan ilişkisinin gözden geçirilmesine yol açar.

Antikiteye dönüş hareketi sayesinde; Katolik Roma’nın resmî İncili olan Vulgate’deki hatalar ortaya çıkarılmış ve Vatikan’ın prestijinin sarsılmasına yol açmıştır.

Astronominin gelişimiyle, Hristiyan evren kavramının sorgulanmasına neden olur.

Tıptaki gelişmeler sayesinde, insan bedeninin içsel ve gözlemlenebilen bir mantığı olduğu görülür, hem de hastalıkların şifaları bulunmasıyla dinsel kader anlayışı sorgulanır hâle gelir.

Matbaanın keşfiyle, dünya ve ahiret hakkında farklı görüşlerin dolaşımı artar.

Bu gelişmelere ek olarak ekonomik refah, dönemin feodal toplumsal ilişkileri ile dinsel ve siyasi otoritelerini yetersiz bırakır. Orta Çağ'a hâkim olan Katolik Kilisesi'nin skolastik düşüncesi bu yeni gelişmeleri açıklayamaz hâle gelir. En önemlisi de kilisenin insana dair düşünceleri tartışma konusu olur. Bu gelişmeler Rönesans dönemi hümanizm hareketini doğurur.

Rönesans hümanizminin başlıca özelliklerinden biri dinsel ve monarşik iktidarların hapsettiği bireyin özgürleştirilmesiydi. Kilisenin insan modeli, biat eden, ahireti ön plana alan, kadere boyun eğen ve günahkâr insan idi. insan özgürlüğüne karşı çıkmakta, her insanın ahireti düşünerek yaşaması gerektiğini ileri sürmekte ve en önemlisi de insan aklına değer vermemekteydi.

Hümanizm uhrevi değil, dünyevi insanı savunur. İnsanların özgür doğduğu, yaşam ve düşüncelerini ifade etme hakkına sahip olduğunu savunur. Hümanistler, insanın kendi kaderini kendisinin tayin edeceğini belirterek; "kader ” yok, “ şans ” vardır derler.

Dönemin en önemli düşünürü Francesco Petrarca (1304 –1374), Secretum meum (Sırlarım) başlıklı çalışmasıyla, Tanrı’nın insanlara istediği gibi özgürce kullanmaları için akıl ve yaratıcı potansiyel verdiğini, dolayısıyla seküler başarının Tanrı ile olan otantik ilişkiyi engellemediğini dile getirir.

Hümanistler, eğitim sayesinde insanın kendini ve doğayı daha iyi anlayacağını ve kapasitesinin artırılacağını dile getirirler.

Aydınlanma hümanizmi ise, özgürleşen insandan daha çok, ideal insanı inşa amacına odaklanır. İdeal insan, rasyonel ve laik olmalıdır. Rasyonel insan, bilimsel gözlem ve metotlar sayesinde toplumsal ve doğal gerçekleri/yasaları anlayabilir ve bu sayede yeni bir düzen inşa edebilir.

Aydınlanma hümanizmi daha maddecidir, dine tamamen karşı çıkar. “ideal insan”, insan mükemmelliğinin varacağı son aşama olarak betimlenir.

Rönesans Aydınlanması’nın metin endeksli araştırma yöntemi, yerini sistematik deney ve gözleme dayanan mantıklı analizlere bırakır.

Bu dönemin en önemli düşünürü, John Locke (1632 -1704), tabula rasa (beyaz sayfa) teziyle, Aydınlanmacı hümanist düşüncenin temel yaklaşımını ortaya koyar: Doğum sırasındaki akıl beyaz bir sayfa gibidir ve herhangi bir doğal/doğuştan fikirle dünyaya gelmez, bilgi sadece duygularla algılanan bilgilerle ve deneyimlerimizle oluşur.