Aydınlanma ’nın Eleştirisi

Bu ünitede Aydınlanma’ya yönelik eleştiriler üç grupta toplanmıştır. İlk olarak, Aydınlanma’nın felsefi bir dönem olarak kabul edilip edilmediği, Fehmi Baykan’ın sunduğu üç temel sav üzerinde tartışılmıştır. Baykan’a göre Aydınlanma hareketi, bir felsefi dönem olarak ele alınabilmesi için gerekli olan ortak bir öğretiden, kendine has ayırt edici özellikler setinden ve bir filozof kadrosundan mahrumdur. On sekizinci yüzyıl ve sonrasında çok sayıda düşünür Aydınlanma geleneği içinde yer almış olsa da, bu isimlerin çalışmalarında ele alınan sorular, yaklaşımlar, yöntemler, varsayımlar ve çıkarımlar arasında büyük farklılıklar mevcuttur.

İkinci olarak Aydınlanma sürecinin içinden çıkan eleştiriler genel anlamda Aydınlanma’nın insan aklına atfettiği değer üzerinde yoğunlaşmıştır. Giambattista Vico’ya göre insan aklı, çevresinde olup bitenleri yalnızca dışarıdan bir gözlemci olarak anlayamaz. Aksine, insan sadece kendi bizzat yaratımına katkıda bulunduğu şeyleri (tarihi) anlamlandırma yeteneğine sahiptir. Bunun anlamı, Aydınlanmacı düşünürlerin arayışında oldukları nesnel -evrensel bilginin değil, öznel -tikel bilginin mümkün olabileceğidir. Jean Jacques Rousseau, Aydınlanma yazarlarının iddia ettiğinin aksine, insanın doğa karşısındaki hâkimiyetinin getirdiği ilerlemenin ve uygarlığın bireyciliğe ve insanlar arası eşitsizliğe yol açtığını söylemektedir. Uygarlığın ortaya çıkması ile insan giderek empati duygusundan uzaklaşmış ve rasyonelliğe dayalı bir mutsuzluğun içine düşmek durumunda kalmıştır. Edmund Burke’e göre felsefenin ve bilimin amacı doğadaki neden -sonuç ilişkisinin neden öyle olduğunu anlamak ve açıklamaktan ziyade, bu ilişkinin hangi biçimlerde gerçekleştiğini takip etmek olmalıdır. İnsanlar karşılarındaki nesneyi akıl süzgecinden geçirmeden önce o nesnenin kendilerinde uyandırdığı hissiyatın etkisi altında kaldıkları için mutlak ve evrensel bilgiye ulaşmak imkansızdır. Sturm und Drang hareketi ise Aydınlanma’nın akıl dışılığı ve doğalcılığı reddederek, insan dehasını ve estetiği yok saydığını öne sürmektedir.

Son olarak Aydınlanma sonrasında ortaya çıkan ve onun eleştirisi üzerinde felsefe oluşturan hareketler ele alınmıştır. Bunlardan ilki Alman romantizmidir. Bu harekete dâhil olan yazarlar tıpkı Sturm und Drang gibi akıl dışılığı, doğalcılığı ve sanatı, aklın ve rasyonelliğin üzerinde konumlandırır. İkincisi Friedrich Nietzsche’nin Aydınlanma eleştirisi romantizmin estetik vurgusuna etiği ekler; Aydınlanma’nın savunduğu evrensel hakikatleri birer masal olarak yorumlar ve insan aklı ile doğayı kontrol etme isteğini bir yanılsama olarak değerlendirir. Üçüncüsü Frankfurt Okulu yazarları da Nietzsche gibi Aydınlanma’nın aradığı evrensel hakikatleri birer söylem olarak ele alır. Onlara göre hakikat tarihsel ve öznel olmalıdır; aksi tâkdirde hakim görüşün evrensel ve nesnel olarak tanıttığı her sözde hakikat, insanın nesneleşmesine yol açacaktır. Son olarak Michel Foucault ise hâkim görüşün ürettiği iktidar -bilgi ekseninin insanları nesneleştirmek yerine, onları söylemi gönüllü olarak kabul eden birer özneye dönüştürdüğünü savunur. Aydınlanma, Foucault ve onun sonrasında gelen postmodern yazarlar tarafından, yarattığı tarihsel kırılma sayesinde, hâkim görüşü sorguladığını sanan kimliklerin ve öznelliklerin oluşmasına neden olan bir süreç olarak ele alınır.