Anadolu’da Devletleşme Süreci: Hititler

Anadolu'da tarih içinde yaşamış olan uygarlıklar, tarih öncesi dönemden başlayarak ele alındığında, Anadolu ve onun dünya kültür tarihi içindeki değeri ile ilgili kaynaklarımız çok fazla değildir. Bu derin uygarlığı anlamamızı sağlayan bilgiyi “arkeoloji” verir. Arkeolojik çalışmalar sayesinde elde edilen yazılı belgeler ise “filoloji” sayesinde bilgiye dönüştürülür. Dersimiz kapsamı içerisinde, Anadolu Kültürlerini tarih sürecinde anlayabilmemiz için öncelikle “Uygarlık ve Kültür” terimleri üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda Anadolu Uygarlıkları hem yazılı kültür hem de maddi kültür örnekleriyle ele alınmıştır. Anadolu tarihinde önemli bir dönemi, özellikle bize bıraktıkları çiviyazılı belgeler ile anlatan Hititler ise tüm yönleriyle gerek siyasal gerek kültürel tarih açısından ele alınmıştır. Diğer yandan Anadolu'da tarih içinde yaşamış olan uygarlıklar, Anadolu’daTarih Öncesi Devirlerden itibaren, Anadolu’da kültürel bir devamlılık arz eden diğer kültürlerle ilişkisini ortaya koymak için, Eski Yunan ve Roma kültürlerinin oluşumu ve katkıları ele alınmıştır.

Hitit Devleti I. Şuppiluliuma Dönemi’nde yavaş yavaş genişlemeye başlamış ve en geç III. Hattuşili Dönemi’nde bir İmparatorluk haline gelmiştir. O arada başkent bir kez Hattuşa’dan Tarhuntaşşa’ya taşınmıştır. Fakat bu taşınma başarılı bir taşınma olmamıştır ki III. Murşili başkenti tekrar Hattuşa’ya geri taşımıştır. III. Hattuşili Dönemi’nde sadece güçlü bir kral değil, aynı zamanda güçlü bir kraliçenin varlığı da söz konusudur. II. Muvatalli Dönemi’nde meydana gelen Kadeş Savaşı ile III. Hattuşili Dönemi’nde imzalanan Kadeş Antlaşması İmparatorluk Çağı’nın en önemli olayları arasındadır.

Hattuşa günümüzde birçok araştırmacı tarafından hala öncelikle Hitit krallarının ikamet ettiği bir başkent ve bir kült merkezi olarak algılanmaktadır. Bunun en önemli nedeni, kentte çok sayıda resmi ve özellikle de dini nitelikli yapının ortaya çıkmış olmasıdır. Bu durum, şehrin ekonomisinin üretimden çok tüketime dayandığı şeklinde yorumlanabilir. Ancak göz ardı edilmemesi gereken bir nokta, bugüne kadar yerleşimin yalnızca bir bölümünün kazılmış olduğu ve anıtsal nitelikli yapıların gün ışığına çıkarılmasına öncelik verildiğidir.

Elverişsiz arazi yapısı ve buna bağlı nakliye güçlüğü nedeniyle, Orta Anadolu şehirlerinin gerek Hitit, gerekse Osmanlı döneminde ekonomik açıdan büyük ölçüde bağımsız ve kendi kendine yetebilen bir yapıya sahip olduğu tahmin edilmektedir. Dolayısıyla bu coğrafyadaki kentlerin ekonomik ve kentsel gelişiminin, ancak doğa koşulları çerçevesinde mümkün olduğu; buna rağmen Hattuşa’nun Orta Anadolu’da benzeri görülmemiş bir şekilde yüzyıllar boyunca bu doğal sınırların ötesine geçtiği görülmektedir.

Hitit mimarlığı ve kent gelişimi dikkate alındığında, devlete bağlı sanatlardaki bu ilerlemenin, metropollerin gelişimi ve buralardaki anıtsal nitelikli yapıların inşasına paralel bir toplumsal gelişim sergilediği görülmektedir. Dolayısıyla Hitit heykeltıraşlık sanatı MÖ 2. binyılın ikinci yarısında gelişen ve merkezi iktidarın sahip olduğu gücün sergilenmesini amaçlayan bir sistemin ayrılmaz parçalarından birini oluşturmaktadır. Tüm bu sanat eserleri –zaman içerisinde sayıları belirgin bir şekilde artan ve birden fazla bölgeye yayılmış olan kral betimleri gibi –Hitit kralını ve kralın hâkimiyet iddiasını meşru kılmayı sağlayan faktörlerdir.

Hitit Devleti’nin başkenti olarak tarih sahnesine çıkan Hattuşa’nın, bu rolü üstlenmeden önce Assur Ticaret Kolonileri Çağı ve daha öncesinde nasıl bir yerleşme olduğu, aynı şekilde Hititlerin ortadan kalkmasından sonra kentin ne şekilde bir Anadolu Kültürü arz ettiği, kitabın bu bölümü sayesinde öğrenilmiştir. Ayrıca Hattuşa’nın kent dokusu gerek doğal iklim, koşullar ve arazi imkânları boyutunda gerek Hititlere özgü mimari kent dokusu boyutunda anlatılmıştır. Bir başkentin taşınması, aynı zamanda bir geleneğin bozulması ve yeni bir yapılanmanın oluşturulması anlamına gelir. Ayrıca, bu denli ciddi ve belki de riskli sayılabilecek bir icraatın, mutlaka önemli bir nedeni olmalıdır. Hitit tarihinde bir başkent taşınmasına en iyi örnek, Hitit Krallarından II. Muvatalli Dönemi’nde (yak. MÖ 1310 -1282) başkentin Tarhuntaşşa’ya taşınmasıdır.

Hititler, dillerini yazıya geçirmek amacıyla, bir hece yazısı olan çiviyazısını kullanmışlardır. Çiviyazısı o dönemde, yani MÖ 17. yy’da bin seneye aşkın bir zamandır Mezopotamya’da kullanılmaktaydı. Anadolu, çiviyazısı ile ilk defa Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nda (yak. MÖ 1950 -1750), Assur’dan gelen tüccarlar sayesinde tanışmıştır. Ancak ilginçtir ki, Hititler kendilerinden evvel Anadolu’da kullanılan bu yazı üslubunu (biçemini) değil, Eski Assur Çiviyazısı’ndan farklılıklar gösteren Eski Babil Çiviyazısı üslubunu kabul etmişlerdir. Hititlerin bu yazı sistemini ne zaman ve nasıl kabul ettikleri kesin olarak bilinmemekle beraber, Hitit Devleti’nin ilk kralı I. Hattuşili Dönemi’ne ait Hititçe yazılı belgeler mevcuttur.

Hititler yazıyı kendi dillerine uygularken, doğal olarak bazı işaretlerin anlamlarında değişiklikler yapmış olsalar da, kullandıkları üslubun yukarıda da değindiğimiz gibi Eski Babil yazı biçemi olduğu kesindir. Kullanılan yazı; hece, ideogram ve sayı işaretleriyle beraber toplam 375 işaretten oluşur.

Doğu Akdeniz havzası ve Mezopotamya yazı sistemlerinin doğduğu ve geliştiği bölgelerdir; hiyeroglif sistemi Mısır’da, çivi yazısı Mezopotamya’da doğmuştur. Aslında tüm yazıların kökeninde resim vardır.

Mezopotamya ise bilindiği gibi, kabaca Dicle ile Fırat Nehirleri'nin suladığı alanlara verilen coğrafi isimdir. Her iki nehrin yükselip alçalması nedeniyle, yıl içerisinde nehir boyunca çok kaliteli bir kil tabakası oluşmaktaydı. Mezopotamya’da yaşayan insanlar burada zahmetsiz olarak biriken kili, tuğla ya da çanak çömlek yapımı gibi birçok alanda kullanmışlardır.

Hitit Dini, farklı etnik kökenlere mensup pek çok öğenin birleşmesinden oluşmuştur. Bu öğeler zengin tanrılar topluluğuna da yansımıştır. Bir doğa dini şeklinde karşımıza çıkan Hitit Dini içinde tanrılar insan gibi düşünülmüş ve bu şekilde tasvir edilmiştir.

Hitit çiviyazılı belge repertuarı içinde Hitit dini ile ilgili çok sayıda belge vardır ve bunlar içerisinde de bayramlar büyük çoğunluğu oluşturur. Dinin pratiği hakkında bilgi veren bayram metinlerinden yapılan alıntılar ve örnekler ile konunun pekişmesi sağlanmıştır.

Hitit edebi eserleri içerisinde ele alınan mitolojik metinlerden yola çıkarak, Anadolu’nun Mezopotamya’dan aldığı pek çok kültür unsurunu kendi potasında birleştirdiğini ve sonraki kültürlere bıraktığı anlaşılmaktadır. Hatta yüzyıllar sonra Eski Yunan ve Roma Kültürlerinin oluşmasına temel teşkil eder. Bu kültür geçişini anlamak için mitolojik motiflere bakmak ve farklı kültürlerle karşılaştırmak yeterli olacaktır.