Aile İçi Şiddet ve Aile Yaşamı Üzerine Etkileri

Şiddet, tüm canlılar arasında var olan kaçınılmaz bir davranıştır. Özellikle 20. yüzyılın başlarından bu yana yaşanan değişim ve gelişmelerin paralelinde şiddet; sokaklarda, okullarda, işyerlerinde, alışveriş merkezlerinde ve özellikle de evlerimizde yaşanan en yaygın ve önemli halk sağlığı problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Şiddet, toplumsal kalkınma ve gelişmenin sağlanmasının önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.

Şiddet, büyük ölçüde bir halk sağlığı sorunu olarak değerlendirilmesine rağmen çözüm sürecinin zorlu ve güç olmasının nedenlerinden biri kavramın açık ve net bir tanımının yapılamamasıdır. Çünkü şiddet kavram olarak; inanç, kültür, yaşam tarzı, toplumsal normların yanı sıra, tanımı yapan bireylerin çalışma alanları, öğrenimleri, geçmiş deneyimleri ve bakış açılarından etkilenmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) (2002) tarafından, şiddet “fiziksel gücün veya kuvvetin; kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde; maruz kalan kişide fiziksel zarar, yaralanma, ölüm, psikolojik zarar, gelişme engeli ya da yoksunluğu bir başkasına, bir gruba ya da bir topluma karşı uygulanması” durumu olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (2002) tarafından yayınlanan “Şiddet ve Sağlık” raporunda şiddet, şiddeti gerçekleştirilen kişilerin özelliklerine göre; kendine yönelik şiddet, kişiler arası şiddet ve kolektif şiddet olmak üzere üç kategoriye ayrılmaktadır. Ayrıca çeşitli araştırmacılar tarafından hazırlanmış farklı şiddet sınıflamaları da literatürde mevcuttur.

Şiddet karmaşık, çok yönlü bir sorundur ve nedenleri üzerine birçok farklı teorik bakış açısı geliştirilmiştir. Bunlar; psikolojik, kişilerarası ve yapısal faktörlere verilen vurgu ile insan davranışlarının özgür iradeden kaynaklanıp kaynaklanmadığına veya dışsal faktörler tarafından belirlendiğine dair temel varsayımlarında farklılık gösterir.

Değişen koşullara ve kişisel özelliklere göre bireyler, toplumun ve de ailenin sahip olduğu normlara uygun davranışlar sergileyemeyebilirler.

Bu durum toplumda ve aile içinde gerginliklerin ve çatışma ortamlarının oluşmasına, özellikle aile sahip olduğu fonksiyonları ve sorumluluklar ile üyelerine fiziksel ve psikolojik koruma sağlamasına rağmen zaman zaman az ya da çok şiddetin üretildiği bir ortam haline dönüşebilmektedir. Şiddetin aile içindeki oluşma şekli aile, kültür ve toplumların sahip olduğu yapısal farklılıklara göre değişmesine rağmen hem bireysel hem de toplumsal boyutta önemli bir kontrol aracı olarak görülmesi, şiddetin aile içinde geçmişten bugüne sürekli olarak yeniden üretilmesini sürdürmektedir. Aile içi şiddet en genel şekli ile “aralarında akrabalık ilişkisinin olduğu, çoğunlukla aynı evi paylaşan bir ya da birden fazla aile üyesinin, bir ya da birden fazla aile üyesine duygusal, fiziksel, cinsel ya da ekonomik şiddet uygulaması, aile üyesinin fiziki ve psikolojik bütünlüğünün bozulmasına neden olan kişiliğin ve kişilik gelişimine zarar veren bir eylem ve ihmal” olarak tanımlanmaktadır. Aile içinde fiziksel, cinsel, psikolojik, kültürel ve ekonomik olmak üzere farklı boyutlarda şiddet uygulanabilmektedir.

Aile içinde çocuklara karşı uygulanan şiddet geleneksel toplum normları kapsamında çoğunlukla çocuk terbiyesinin önemli bir unsuru olarak değerlendirilmekte ve bu şiddetin belirli evrede son bulacağı düşünülmektedir. Ancak aile içinde kız çocuklarına yönelik ortaya çıkan şiddet yaşam boyu sürdürülen bir davranış haline gelebilmekte; öncellikle baba, anne ve erkek kardeş tarafından uygulanan şiddet, daha sonraları eş, erkek arkadaş ve hatta diğer yakın erkek akrabalar tarafından uygulanan kalıcı bir davranışa dönüşebilmektedir.

Aile içinde meydana gelen şiddetin tek bir faktöre bağlı olarak açıklanması mümkün değildir. Genellikle kültür ve sosyal normlar kapsamında çeşitli faktörlerin birbirleriyle ilişkisinden kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Bazı karmaşık ve birbirleriyle bağlantılı kurumsallaşmış sosyal ve kültürel faktörler aile içi şiddetin ortaya çıkmasında etkili olmaktadır. Özellikle kadınların aleyhine ortaya çıkan eşit olmayan güç ilişkilerinin olması, kadınları şiddete karşı savunmasız hale getirmektedir. Aynı zamanda toplumsal yaşamda eşit olmayan güç ilişkilerinin ortaya çıkmasında sosyoekonomik güçlükler, toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde şekillenen aile kurumu, kadın üzerinde korku ve kontrol, erkeklerin doğal üstünlüğüne olan inanç, kültürel yaptırımlar ve sosyal statü aile içi şiddeti tetikleyen birbirleriyle ilişkili faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Şiddeti önlemeye yönelik oluşturulan sosya lpolitikalar, şiddetle mücadele ve şiddet mağdurlarına yönelik hizmet sunumu içinbirçok kamu kurum ve kuruluşuna aynı anda sorumluluk yükler ve koordineli bir iş bölümü gerektirir. Bu kapsamda yasal düzenlemelerin hayata geçirilebilmesi ve gerekli mekanizmaların kurulabilmesi için çok taraflı eylem planları hazırlanmalıdır.